5 Mayıs 2011 Perşembe

Başbakan'ı tedavi eden Dr. Sümer Güllap Erzurum'da toprağa verildi

Partisinin grup toplantısına giderken rahatsızlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın fenalaştığı zırhlı otomobilinden balyozla kurtarıldığı gün Başbakan'a doğru teşhisi koyup, ilk müdahaleyi yapan Uzman Dr. Sümer Güllap Erzurum'da toprağa verildi.

Haber: Başbakan'ı tedavi eden Dr. Sümer Güllap Erzurum'da toprağa verildi
Partisinin grup toplantısına giderken rahatsızlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın fenalaştığı zırhlı otomobilinden balyozla kurtarıldığı gün Başbakan'a doğru teşhisi koyup, ilk müdahaleyi yapan Uzman Dr. Sümer Güllap Erzurum'da toprağa verildi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın otomobilinde kilitli kaldığı ve balyozla camı kırılarak kurtarıldığı gün kaldırıldığı Güven Hastanesi'nde şeker hastalığını tespit edip tedavisini hızla gerçekleştiren Uzman Dr. Sümer Güllap, Erzurum Gürcükapı Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Asri Mezarlık'ta toprağa verildi. Cenaze töreninde arkadaşları ve meslektaşları da Güllap'ı son yolculuğuna uğurladı. Törene, AK Partili Erzurum Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Eyüp Tavlaşoğlu da katıldı.
Uzun zamandır Özel Güven Hastanesi'nde çalışan Güllap, iki hafta önce gribal enfeksiyon geçirdi. Viral enfeksiyonun dünyada çok az görülen kalp kası iltihabına yakalanan Güllap, tansiyonunun düşük çıkması ve kalp zarında az miktarda sıvı görülmesi sonucu yoğun bakıma alındı. Yapılan tüm müdahalelere rağmen Güllap hayatını kaybetti. ??? !!!!   1966 yılında Erzurum'da doğan Fethiye Güllap, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde Nöroloji Anabilim Dalında ihtisasını yaptıktan sonra 1996 yılında Ankara Özel Güven Hastanesi'nde çalışmaya başladı. Dr. Sümer Güllap 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de doktoruydu. (Cihan Haber Ajansı) 16.03.2008 17:45[1266089]
 

4 Mayıs 2011 Çarşamba

İstanbul'da çadır kent olarak planlanan 480 arazi eridi !

Çadır kentlere milyon dolarlık evler!
 
17 Ağustos depreminin ardından İstanbul'da çadır kent olarak planlanan 480 arazi eridi, üzerlerine lüks konutlar dikildi. Uzmanlar kalan 240 alanın kaderinden kaygılı
Ercan SARIKAYA-İSTANBUL
Deprem çadırı yerine milyon dolarlık evler... Japonya'da yaşanan afetin ardından gözler İstanbul'a çevrildi. Olası büyük depremde 70 ila 90 bin kişinin hayatını kaybedeceği yaklaşık 600 bin ailenin evsiz kalabileceği tahminler arasında.

240 ARAZİ BUHAR OLDU
17 Ağustos 1999'daki büyük afetin ardından Bayındırlık Bakanlığı İstanbul'da çadır kent kurulacak arazilerin tespitini yapmıştı. Ağırlıklı olarak depremde riskli ilçelerde yapılan bu tespitlerde Hazine arazileri, şahıs arazileri ve parklarında bulunduğu 480 tane çadır kent alanı belirlenmişti.
Arazilerin bir çoğunda inşaatlar yükselmeye başladı. 2009'da Kaymakamlıklar tarafından yapılan tespitlerde 480 çadır kent arazisinin 200 tanesine konut ya da işyeri yapıldığı bu nedenle çadır kent arazi özelliğini yitirdiği arazi sayısının 280'e düştüğü belirlendi. 2010'da 39 ilçe kaymakamlığı yeniden çadır kent arazileri üzerinde bir değerlendirme yapıp envanter çıkardı. 40 çadır kent arazisini daha kaybolduğu sayının 240'a düştüğü belirlendi.

NÜFUS ARTTI AMA!...
Daha önce ilçelerin deprem önceliklerine göre planlamalar yapılmıştı. Ortalama her ilçeye 15 çadır kent ve toplanma alanı planlanmıştı. 10 yılda İstanbul'un nüfusu arttı. 13 milyonu buldu. Çadır kent ve toplanma alanlarının kaybolması nedeniyle şimdi İstanbul'da her ilçeye sadece 6 çadır kent alanı düşüyor. Bu duruma uzmanlar tepki gösteriyor.
Var olan yetmiyordu yarısına kim sığacak
TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu 'Sığınılacak alanların olması sadece deprem için gerekli bir şey değil aynı zamanda kentsel boşluklara ihtiyaç var. 10 yıl önce belirlenen 480 çadır kent alanı bile azken şimdi yarıya düşmesi vahim. 'Depreme karşı önlem alıyoruz' diyenlerin halkı ne kadar yanılttıklarını ortada' dedi.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Cemal Gökçe: 'İstanbul'da boş bulunan her yere bina yaptılar. Dışarısı evlerden daha güvensiz oldu. Bundan sonra yeni yapı yapılmamalı aksine binalar kamulaştırılarak boş alan yaratılmalı. Bu da belediyelerin ve hükümetin görevidir' dedi.

04/05/2011

http://www.aksam.com.tr/cadirimin-ustune-milyonluk-evler-damladi--37712h.html

29 Nisan 2011 Cuma

Önce kadın gitti, sonra kaz, şimdi de insanlık!

* Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş sebat eden biri. Göreve başlarken anlatmış: “Kars gibi tarihi, kültürel ve jeopolitik önemi olan bir şehrin belediye başkanlığına soyunmak basit bir karar değildi. Ancak şunu düşündük.
Biz yapmazsak kim yapacak? Elbette ki taşın altına elimizi koymalıydık.”

* Hakikaten o yapmasa kim yapacak, kim koyacak bu taşların altına elini?

* Önce terminolojide birleşelim: Onun taş dediği aslında heykeldir. İcraatlarına bakınca hemen anlıyorsunuz. Altına elini koyduğu ve yok ettiği ‘taşları’ bir bir sayınca görüyorsunuz, tam manzarayı.

* 2009 Haziran’ında bir gece yarısı Kars Belediyesi’nin önünde duran iki kadın heykeli sırra kadem bastı. Birinin elinde gül, diğerinin kucağında kuzu vardı. Kaidelerinden sökülüp depoya atıldılar.

* Mahalle sakinleri uyanınca baktılar ki, kadınlar yok. Hayırdır? Başkan Bozkuş şöyle açıkladı: “Özellikle seçim sürecinde halkın heykellere karşı antipatisi olduğunu gördük. Bizim de programımızda vardı. Ama tesadüf oldu, Başbakan’ın geldiği günlere rastladı.”

* Hakikaten de tesadüf... Yani heykellerin yok edildiği gecenin sabahı Başbakan Erdoğan’ın ziyarete gelmesi. Bir tesadüf.

*Aradan aylar geçti. Karslılar baktılar ki, bir kamyonun arkasında koca bir kaz. Kars’ın meşhur kazlarından ebat olarak hallice ama tanıdık bir afacan.

* Yahu bu bizim Ali Gaffar Okkan Bulvarı’ndaki kaz heykeli değil mi? Kaz o kaz. Başkan da o başkan. Yine bir anda Karslılar adına karar vermiş, heykeli söktürmüş, başka bir depoya doğru biletini kesmişti. Depolar şehri Kars!

* Şimdi de son marifetini izliyoruz. Başbakan’ın göz zevkini bozan ‘İnsanlık Anıtı’nı parçalatıyor.

* ‘Acısızdır’ diyorlar. Çok ileri teknolojiymiş. Q 10-Q 500 arası, 550 cm. derinlik, 45 derece ile, 90 derece açı ile, her çaptaki deliği sıfır vibrasyonla, zarar vermeden indiriyorlar ‘İnsanlık’ı. Ölümcül enjeksiyon gibi bir şey herhalde.

* Taşın altına elini koymaktan çekinmeyen Başkan o taşların altında eziliyor mu diye merak ediyorsunuz... Hayır, onun daha çok planı var.

* Kars Belediyesi’nin aylık dergisinin son sayısından bir kuple: “Bugünkü iktidar, güçlenerek halkın gücünü bir kez daha arkasına alırsa genelde ülkemiz, özelde Kars’ımız kazanacaktır. Kars’ın çehresinin değiştiğini herkes görecektir.” Diyor Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş.

* Değişen çehre sadece Kars’ınki değil, hepimizin suretini dağıtıyorlar. Diyorum ben de. Ve sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum.


Kars’ın meşhur kazlarının heykeli sökülüp depoya kaldırılmıştı (solda). Başbakan’ın göz zevkini bozan ‘İnsanlık Anıtı’ parçalanıyor.

EZGİ BAŞARAN

28/04/2011

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1047668&Date=29.04.2011&CategoryID=96

28 Nisan 2011 Perşembe

Bu Da mı Gol Değil Hakim Bey!

Uzun tartışmalar gösteriler tatmin olanlar, olamayanlar vs derken YGS birincisi belli oldu.
Mahmut Bilal Doğan

Kimdir bu kardeşimiz deyu biraz karıştırınca neler çıktı görelim

Buyrun...
Memleketi Kayseri
Mahmut Bilal Doğan kardeşimiz demiş ki; "Benim açımdan sorarsanız tabii ki benim başım dik alnım açık, çalıştık allah a şükür, dua ettik allah a bıraktık gerisini"

Oldu...
Allah muvaffakiyetini daim etsin inşaallah...

E kimmiş bu kardeşimiz.


 Baba....  Erciyes Üniversitesinde prof.   Badem bıyıklı nur yüzlü bir hocamız.
 















Anne... Hukuk Fakültesi mezunu mesleği; 'ev kadını' türbanlı... maaşallah o da nur yüzlü. Allah (cc) nazarlardan saklar inşaallah.

Mahmut bilal kardeşimiz hangi dershanenin öğrencisi?
Özel Maltepe Dersanesi...
Aaaa bak sen şu işe...
Soruları çalınan KPSS den 120 sorunun 119 u yanıtlayarak tam puan alan ama bu sınav iptal edilince sonrakinde 100 puan bile alamayan sonra da
TRT ye kadrolu girmek için 
Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir’i referans gösteren Harun Aydın'ın bir süre çalıştığı dershane değil mi?
Hah ta kendisi.

Tesadüf olamaz mı? Tabii ki olabilir...

Ama bir de şu habere bakalım...

17/04/2011 de cemaate yakınlığı ile bilinen NT Mağazasının kutlu doğum haftası' nedeniyle düzenlediği konferansa katılanlar arasında Polatlı Maltepe Dershanesi müdürü Yusuf Yonca da yok muymuş meğer.

Diğer karılımcılar İçe Milli Eğitim Şb Md.  Sinan Gündüz,
Ö
zel Samanyolu Koleji (bunu herkes biliyor değil mi çocuklar)  Müdürü Salih Gökçe,
Polatlı İş Adamları Derneği Başkanı Mehmet Hasdoğan,
Yönetim Kurulu üyesi Osman Tutucu.

Hay alllah gene cemaat çıktı bak gördün mü...
Hangi taşı kaldırsak badem byıklılar,
Dilinden allah adını düşürmeyen nur yüzlüler...


Hey siz tatmin olamayanlar! Size söylüyorum!
Nasıl?
Yine olamadınız mı?
Hayır mı?
O zaman zevk alın...

Ya da hepsini boşverin zaten Kayserili Abdullah Gül ilk tatmin olandı ama bunu da manidar bulmayın bu da tesadüf.

Ne diyordu Vizontelenin Deli Emin'i; 'Gerçek,
şerefsizim benim aklıma gelmişti

 


http://basinistanbul.com/haber/gundem/20416/ayduz-yuce-allahi-seven-herkes-peygamber-efendimizin-sav-sunnetine-uymali.html
http://webtv.hurriyet.com.tr/2/16114/0/1/ygs-birincisi-konustu.aspx
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17659630.asp?gid=381
http://www.odatv.com/n.php?n=kpss-sinavini-cemaat-yapsin-1511101200
http://gundem.milliyet.com.tr/ygs-birincisi-o-iddialar-icin-ne-dedi-/gundem/gundemdetay/28.04.2011/1383598/default.htm
babası  http://hukuk.erciyes.edu.tr/akademik%20kadro/muratdo%C4%9Fan.html

25 Nisan 2011 Pazartesi

Büyüme illüzyonu

12 Haziran seçimlerine giderken Başbakan Erdoğan’ın ve AKP kurmaylarının propaganda söylemlerinde en önemli ögelerden birini, “ekonomideki büyüme” oluşturuyor.
Ancak bu söylemlerin rakamların ideolojik bir okumayla eğilip bükülerek yapıldığı ve büyümenin hangi sınıflar için ne gibi sonuçlar doğurduğu gerçeği de özellikle gizleniyor.
TÜİK verileri, üretim yöntemiyle hesaplanan, gayri safi yurt içi hasılanın 2010 yılı üçüncü çeyrek sonuçlarına göre, Türkiye’nin, Avrupa ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ikinci ülke olduğunu söylüyor. Dünya sıralamasına göre, Türkiye’nin ekonomisi, 26. sıradan 17. sıraya yükselmiş. Forbes dergisinin her yıl açıkladığı 100 zenginin servetlerine dair verilere göre ise, krizin başlangıcı olarak açıklanan kabul edilen 2008 ekiminde açıklanan ilk 100 zenginin servetleri toplamı 56 milyar dolar. 2010 yılında ilk 100 zenginin toplam servetleri yüzde 55 artarak, 87 milyar dolara yükselmiş.
2011 yılında açıklanan rakamlarla, ilk 100 zenginin toplam servetleri, 104 milyar dolar oluyor. Yani kriz dönemini kapsayan 3 yıl içinde ilk 100 zenginin toplam servetleri neredeyse yüzde 100 büyüme gösteriyor. Ayrıca Forbes dergisi Türkiye yayın yönetmeni, bu zenginlerin yurt dışındaki malvarlıklarının ve kamuoyunun bilmediği varlıklarının hesaba katılmadığını söyleyerek, üstünün var olduğunu ama; altının asla var olmayacağını söylüyor.
Bu verileri Özgürlük Dünyası dergisinin son sayısında analiz eden Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Çiğdem Sinem Uğurlu, “Ekonomi büyüyor, ama kimin için: Ford-Otosan örneği”  başlığını taşıyan yazısında, krizin dönemi ilk 100 zenginin devasa büyümelerine dikkat çekerken, emekçiler açısından bu sürecin nasıl yaşandığını da şöyle aktarıyor: “Kriz öncesi işsiz sayısı, 2 milyon 730 bin iken ekim 2009’da ciddi bir artışla işsiz rakamı 3 milyon 299 bine ulaşıyor. Yani, krizle birlikte çalışanların büyük bir kısmı işten çıkarılıyor. (...) DİSK araştırma raporuna göre, otomotiv sektörü, kriz döneminden en kârlı çıkan sektör, ama buna karşın ücretlerin en çok gerilediği sektör olma özelliğini taşıyor. Örneğin 2010 ocak-haziran aylarında, toplam sanayi üretiminde otomotiv sektörünün payı 2009’a göre 2.4 oranında arttı. Aynı dönem otomotivde 70 bin kişi işsiz kaldı.”
Bu verilerden sonra Ford-Otosan şirketinin incelenmeye başlandığı yazıda, Ford-Otosan’ın Türkiye otomotiv sektöründe üst üste 8 kez lider olduğu da hatırlatılıyor. Ford-Otosan’ın 2010 yılında kapasite kullanımını yüzde 140 artırdığı ve kârını da 3’e katlatıldığının hatırlanıldığı yazıda, aynı dönemde “Ford-Otosan çalışanlarının durumu ne oldu?” sorusu sorularak şöyle devam ediliyor: Maalesef Ford-Otosan sahipleri için bu parlak tabloyu çalışanlar için çizmek pek mümkün değil.
(...) Örneğin; kriz öncesi 7 bin 500 çalışanı olan Ford, bu rakamı kriz sonrası 5 bin 300’e indiriyor. Çalışma saatleri 9 saat ve mesai olduğunda 11.5 saati ve bazen de 15 saati buluyor. Şirkette imzalanan toplu iş sözleşmesine göre, 11 saatten fazla çalışılması yasa dışı. Krizle birlikte mesai ücretleri kesiliyor.  Kriz döneminde aylarca ücretsiz izin sistemi uygulandı ve hâlâ da uygulanıyor. Ücretsiz izinlerle maaşlar yüzde 24 oranında kesiliyor. Ücretler otomotiv sektörünün en düşük ücreti. Lider sektör olmasına rağmen asgari ücret civarı bir maaş alınıyor. Kriz döneminde, çalışma saatleri artırıldığı gibi, çalışma temposu da artırıldı. 90 saniye de bir araba çıkması gerekirken, bant hızıyla oynanıp 60-70 saniyeye düşürüldü. Üretimdeki bant hızı artırılarak, 3 işçinin yapması gereken işi 1 işçi yapar oldu. Çaya, yemeğe ve tuvalete hızla gitmek zorunda kalıyorlar.”
Yazıda bir Ford işçisinin, bizim gazete Evrensel’e verdiği bir röportajdaki çarpıcı ifadelere de yer veriliyor. Yer sınırlılığından ötürü, bu önemli yazıdaki diğer bölümleri burada paylaşma imkanımız bulunmuyor. Bunun için derginin alınmasını öneriyoruz.
Ford-Otosan örneği üzerinden ‘Büyüme illüzyonu’nu analiz eden bu yazı, Türkiye’nin ilk 100 zengininin kriz döneminde bile devasa büyürken, işçiler ise adeta Kafkavari bir tablonun içine itiliyor.
Demirel vakti zamanında “Ford için köşkü bile veririm” demişti. O şefkatli kollarda palazlanmasını sürdüren bu sermaye devi, bugün AKP’nin sunduğu ekonomik politikaların sağladığı imkanlarla  daha da büyüdü.
12 Haziran seçimlerinden AKP’nin aynı biçimde iktidar olarak çıkması bu tablonun devamını da onaylamak anlamına gelecektir. “Özel teşebbüsün önündeki engelleri kaldıracağım” gibi vaatler de bulunan–neyse o engeller (!)-Kılıçdaroğlu’nun CHP’si de, bu tablonun derinleşmesinin önünü açmaya şimdiden adaydır.
Bu tablonun değişmesi, buna uygun yeni bir siyasal tablonun oluşmasını zorunlu kılmaktadır.

http://www.evrensel.net/news.php?id=3524 06/04/2011

21 Nisan 2011 Perşembe

BİR DOKTORUN MESLEĞİNİ BIRAKIŞININ SEBEPLERİ

Bir yıl önce başladım ben bu greve. Kendi çapımda, hasta bakmaktan vazgeçtim. Kime ne?
Çok düşündüm yazmaya başlamadan önce. Nasıl anlatmalı, diye. Madde madde sıralamak çok kuru geldi. Çok da uzatmamalıyım, diye düşündüm. Bir taraftan da anlatacak o kadar çok şey var ki….Sonra dedim ki, örnekler vereyim, okuyan kıssadan hisse, anlasın. İlk aklıma gelenle başlayayım.
  • İkinci çocuğa yedi aylık hamileydim. İlkinde asistandım. Bu sefer uzmanım ya, farklı olacak. Ne fark edecekse? İlkinde, bebeğim iki aylıkken sekiz nöbetle dönmüştüm hastaneye, güya süt izni altı aydı o zaman. Nöbet dönmez demişler, başladığımın ikinci günü listeye yazmışlardı. Biliyorum, ben böyle olacağını, anlatması öyle zor ki. Bir şey hemen başka bir şeyi çağrıştırıyor. Evet, yedi aylık hamileydim ve çok kötü bir trafik kazası geçirdik. Arabamız pert oldu, emniyet kemerinin izi vücuduma derin bir morluk olarak çıktı. Erken doğum tehdidi atlattım. Rapor almadım, çünkü çalıştığım birimde tek uzman doktordum. Kazadan iki hafta sonra, bu sefer gece yarısı bir sarhoş sokakta ne kadar araba varsa çarptı. Bir kalp çarpıntısı tuttu beni. Biliyorum ki, anksiyeteden. Durmadı, sabahı sabah ettim. Sabah bir kardiyoloji uzmanına gitmeye karar verdim. Erkenden aradım hastaneyi, polikliniğe gelemeyeceğimi söylemek için. Telefonu birbirine bağlayan bağlayana. Kimse sorumluluk almak istemiyor. Sebep, öğleden sonraya gün önceden verilmiş internet randevuları. Sonunda, dayanamadım “Öldüm ben bugün, tamam mı!” dedim karşımdakine. Beş dakika sonra o bir türlü ulaşamadığım poliklinikten sorumlu başhekim yardımcısı aradı. “Dr hanım, sabah adınıza yazılmış yedi sekiz hasta var, n’olacak?” diye sordu.
BU MESLEĞİ, BEN DE İNSAN OLDUĞUM VE  HASTA OLMA HAKKIMI KULLANMAK İÇİN BIRAKTIM.
  • Anadolu’nun büyücek şehirlerinden birindeyim. Haftada iki gün heyet var. Her heyet gününde en az yüz, yüz yirmi hasta var. Çoğu özürlü  veya bakıma muhtaç raporu almak için gelmiş. Raporu alırsa, devlet para verecek. Diyaloglar:
1)      Hasta yakını: Muayeneye gerek yok doktor!
Dr: Ben muayene etmek için varım.
Hasta yakını: İmzala da şu kağıdı bitirelim işimizi. Daha dolaşacak çok kapı var.
Dr: Bu kadıncağız Parkinson Hastası. Hiç tedavi aldı mı?
Hasta yakını: Neyse ne hastalığı. Bu saatten sonra tedavi mi olur!
Dr: Tedavi edilirse belki de kendi işini görür, bakıma ihtiyacı kalmaz.
Hasta yakını: Sen imzala, biz bakarız.
Dr: Hastanın tedaviyle durumunun düzeleceğini düşünüyorsam özür derecesi veremem. Poliklinikten takip edelim, ilaçlar işe yaramazsa o zaman yeniden değerlendirelim. Olura olmaza verilen bir şey değil bu bakım parası
Hasta yakını: Sana mı kaldı kadın, devletin parasını düşünmek! Allah belanı versin!
      BU MESLEĞİ, DURDUK YERE BELA ALMAMAK İÇİN BIRAKTIM.
2)      Dr: Eee.. sen geçen hafta da iki özürlü çocuk getirmiştin. Onlar da mı senindi?
Hasta yakını: Hee..
Dr: Kaç çocuğun var senin?
Hasta yakını: On iki.
Dr: Kaçı özürlü?
Hasta yakını: Sekiz. Bazısı akıldan, bazısı hem vücuttan, hem akıldan.
Dr: Karın akraban mı?
Hasta yakını: He. Teyze kızıdır. Aklı da kıttır.
Kaba bir hesapla 8×500 TL = 4000 TL. Vergisiz, temiz gelir
BU MESLEĞİ, İNSANLARI EĞİTİLECEĞİ YERDE YANLIŞ YAPMAYA DEVAM EDİYORLAR DİYE HEPİMİZİN KESESİNDEN HOVARDACA ÖDÜLLENDİRİP, İNSANLARIN AĞZINA BAL ÇALARAK KENDİ HANELERİNE YAZILAN SEÇMEN OY’UNA ÇEVİRDİKLERİ   İÇİN BIRAKTIM
3)      Dr: Ne kadarlık bu bebek?
Baba: İki aylık.
Dr: Sorunu nedir?
Baba: Anne sütü almıyor.
Dr: Dudak, damak yarığı filan mı?
Baba: Şükür, yok öyle bir şey. Bir kusuru yok, her şeyi tamam, maşallah.
Dr: Siz niye geldiniz peki?
Baba: Devlet memuruyum. Mama parası almaya geldik.
Dr:??
BU MESLEĞİ, İNSANLARIN AÇ GÖZLÜLÜKLERİNE ARTIK DAYANAMADIĞIM İÇİN BIRAKTIM.
  • Bel ağrısı olan hastanın muayenesi bitmiş, reçete yazacağım, soruyorum, “Yakınlarda ağır kaldırdınız mı?” Hasta, kollarındaki bileziklerini şıngırdatarak cevap veriyor, “Allah kabul ederse, iki kurbanımız vardı. Malum onca et, indir kaldır..Ondan oldu herhalde.” Önümdeki ekrana bakıyor, bakıyorum. Hasta Yeşil Kartlı. Hastanın “Dr hanım en iyi ilaç neyse ondan yaz. Bir de MR çektirsen iyi olur,” demesi ile kendime geliyorum.
BU MESLEĞİ, BENİM CEBİMDEN ÇALANLAR BANA HASTA HAKKINA DAYANARAK İŞİMİ KULAKTAN DUYDUKLARIYLA ÖĞRETMESİNLER DİYE BIRAKTIM.
  • Performans, performans. Kaç kişi biliyor bu “Performans”ın ne anlama geldiğini? Eminim çoğu kişinin anladığı “işini iyi yapmak.” Performans demek, puan demek. Poliklinikte bakılan hasta şu kadar puan, hastaya dikiş atılması bu kadar puan, hastaya muayene testi sırasında x testini yapmak bilmem ne kadar puan. Ay sonunda listeler asılır. Hastane birincisi bilmem kaç bin puan yapmıştır. Puanıyla orantılı olarak, döner sermayeden para alır. Zeki insanlar anlamışlardır, hemen. Bu sistemin nasıl suistimal edilebileceğini. Geçen yıl mesleği bırakmadan bu konuda olanları da iki örnekle anlatayım:
1)      Acil kapıda Aile Hekimliği sisteminden önce pratisyen hekimler duruyordu. Mantıklı olarak önce hastayı onlar değerlendiriyor, sonra ihtiyaç duyarsa icapçı konsültan uzman hekimi çağırıyorlardı. Ne zamanki, konsültan çağırdıklarında onların puanından kesildi, o zamana değin olura olmaza çağırdıkları uzmanlar bir nebze olsun rahat nefes aldı.
BU MESLEĞİ MESLEKTAŞLARIMIN PERFORMANS DENİLEN İLLETLE DAHA FAZLA KİRLENDİKLERİNİ GÖRMEMEK İÇİN BIRAKTIM.
2)      Şehrin eski SSK hastanesinde tek nöroloji uzmanıydım. Poliklinik, acil, servis, EEG, EMG… hepsine tek kişi koşturuyorum. Mutluyum ama, çünkü sekreterler olsun, acil ekibi,  servis hemşireleri, EEG ve EMG hemşiresi olsun, nasıl iyi bir ekip, anlatamam. Canla başla çalışıyoruz. Anadolu’dayız. Hasta İstanbul hastası değil, kimi şehrin diğer ucundan geliyor, çok uzaktan geldim, diyor, kimi de gerçekten 120 km uzaktan, dağın başından geliyor. Biz uğraşıyoruz, EEG ve EMG ile ne kadar hastanın, ne kadar kısa sürede işin hallederiz, diye. Bazen işin içinden çıkamadığım oluyor, arıyorum İstanbul’daki arkadaşlarımı, hocalarımı, hastaları onlara gönderiyorum. Arada sekreterler puanımı söylüyorlar, aklımda bile kalmıyor. Her ay daha ne kadar fazla yapabiliriz, randevuları nasıl yakın zamana verebiliriz, diye uğraşıyoruz. Malu, bakan “İsteyen gece çalışsın, kazansın,” demiş.Ay sonunda diğer hastanede çalışan eşim, oraya asılan her iki hastanenin ortak puan listelerine bakıyor (Şehirde bir Devlet, bir de eski SSK hastanesi vardı. Bir takım sebeplerle iki hastane birleştirilmiş, tek başhekimlik ile idare edilmeye başlanmıştı. Bu da ayrı bir hikaye). Benim puan her ay bizim hesaptan en az 8-10 bin puan eksik. Üç ay böyle gitti. 8-10 bin puan o zaman, yaklaşık 2000 TL döner demek. Sonunda neden kesiliyor puanlarım, diye araştırdığımda, yaptığım EMG’lerden kesildiğini öğrendim. Neden? diye sorduğumda “Etik Komisyon” daki EMG’nin ne olduğunu bile bilmeyen bir başka branşın uzmanı doktor arkadaşın kararı doğrultusunda olduğunu söylediler. Bir ay içinde o sayıda EMG yapamayacağıma kanaat getirmiş kuruldaki arkadaş, puanı yüksek olan işlerin üzeri çizilmiş. Dilekçeler gitti, geldi. Yalan Performans bildirmekle suçlandım, yani yapmadığım işi yapmış göstermekle. Gönlüm o kadar rahat ki, her şeyim arşivli, kayıtlı, raporlarımın hepsi tamam. Israr edince, Bakanlıktan Soruşturmacı talep etmekle tehdit etti başhekimlik, yani hakkımda soruşturma açılması ile. Soruşturmacı istiyorum, diye dilekçe verdim. Sonra da istifa ettim. Dosya da kapandı, gitti. Elimde yazışmaların örnekleri, üstüne gideyim, dedim. Babası bakanlıkta olan eski bir arkadaşım,” Boşver, babama sordum, canın yanarmış,” dedi. Lanet ettim.
BU MESLEĞİ, GERÇEKTEN HİZMET ETMEK İSTEMEME KARŞIN, KARŞISINDAKİNİ DE KENDİ GİBİ BİLEN, HAK YİYEN, NEREDEN GELDİĞİ BELLİ OLAN KUKLA YÖNETİCİLERİN DAHA FAZLA HEM HEKİMLİK, HEM DE İNSANLIK ONURUMLA OYNAMAMALARI İÇİN BIRAKTIM.
Fakülte girişimle beraber, on sekiz yılın sonunda, gerçekten severek yaptığım mesleğimi bıraktım. Kolay bir karar değildi. Doya doya emziremediğim çocuğumdan, binbir zahmet beni okutan ana-babama, hocalarıma kadar o kadar çok kişinin emeği vardı ki o, on sekiz yılda. Benim alternatifim vardı, bırakabildim. Eminim, iki gündür grev yapan, yapmaya çalışan, yapamasa da gönlü yapmaktan yana olan o küçük, marjinal, siyasi görüşlü arkadaşların çoğu benim yerimde olsalardı, onlar da benim gibi yaparlardı.
Şimdi artık, mutlu ve huzurluyum. Performansı düşündürmeyen bir kazancım var. Çalıştığım yerde, insanlar kibar ve nazik. Gün içinde durduk yerde hakarete uğramıyor, tehdit edilmiyorum. Gece yatağa girerken, telefon ne zaman çalacak diye düşünmüyorum. Tamamen silinmeyecek olsa da, yavaş yavaş, insanların çirkin yüzlerine ilişkin anılar berraklığını yitiriyorlar. Çocuklarıma insana inanabilmeyi öğretme konusunda umudum yeşeriyor.
Ama…
Tam bir yıl oluyor, hasta görmedim. Hasta gözünde gördüğüm, o şükran duygusunu,  felçli hastanın ilk kez yeniden ayağa kalkışını görmeyi, hasta bir lokma fazla yedi mi sevinmeyi, kafamda listeler oluşturup, adım adım ilerleyerek sonunda teşhis koymayı, varsa tedavisi, tedavi etmeyi özledim.
Halk başına ne geleceğini bilmiyor, popülist politikaya alet oluyor. Nicelik olarak artan sağlık hizmetinin aslında niteliğinin artık sıfır bile olmadığının farkında değil. Sayın bakan ve başbakan, çuvaldaki bir iki çürük elma için tüm ambarı heba etti. Çürük elmalar duruyor, onlar artık muayenehaneyi değil Performans Sistemi’ni kullanıyor.
 
DAHA ÇOK ANLATABİLİRDİM. UMARIM BUNLAR SİZE SAĞLIK ÇALIŞANLARININ NEDEN GREV YAPTIĞI KONUSUNDA BİR FİKİR VERMİŞTİR.

http://selgingb.wordpress.com/2011/04/20/bir-doktorun-meslegini-birakisinin-sebepleri/

18 Nisan 2011 Pazartesi

Tayyip Şimdi de Halka Meydan Okuyor!!!

Başbakan "Gençlerin hissiyatını malzeme haline getirmek açık söylüyorum ahlaksızlıktır. Taksim'de bin kişiyi yürütmek problem değil. Biz de kalkarız onların karşısına 10 bin tane genci koyarız. Ama biz gerilimden yana değiliz" dedi.

Milliyet 12:59 | 18 Nisan 2011






 http://www.milliyet.com.tr/erdogan-dan-ogrencilere-ygs-mesaji/siyaset/sondakika/18.04.2011/1379276/default.htm