5 Mayıs 2011 Perşembe

Başbakan'ı tedavi eden Dr. Sümer Güllap Erzurum'da toprağa verildi

Partisinin grup toplantısına giderken rahatsızlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın fenalaştığı zırhlı otomobilinden balyozla kurtarıldığı gün Başbakan'a doğru teşhisi koyup, ilk müdahaleyi yapan Uzman Dr. Sümer Güllap Erzurum'da toprağa verildi.

Haber: Başbakan'ı tedavi eden Dr. Sümer Güllap Erzurum'da toprağa verildi
Partisinin grup toplantısına giderken rahatsızlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın fenalaştığı zırhlı otomobilinden balyozla kurtarıldığı gün Başbakan'a doğru teşhisi koyup, ilk müdahaleyi yapan Uzman Dr. Sümer Güllap Erzurum'da toprağa verildi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın otomobilinde kilitli kaldığı ve balyozla camı kırılarak kurtarıldığı gün kaldırıldığı Güven Hastanesi'nde şeker hastalığını tespit edip tedavisini hızla gerçekleştiren Uzman Dr. Sümer Güllap, Erzurum Gürcükapı Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Asri Mezarlık'ta toprağa verildi. Cenaze töreninde arkadaşları ve meslektaşları da Güllap'ı son yolculuğuna uğurladı. Törene, AK Partili Erzurum Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Eyüp Tavlaşoğlu da katıldı.
Uzun zamandır Özel Güven Hastanesi'nde çalışan Güllap, iki hafta önce gribal enfeksiyon geçirdi. Viral enfeksiyonun dünyada çok az görülen kalp kası iltihabına yakalanan Güllap, tansiyonunun düşük çıkması ve kalp zarında az miktarda sıvı görülmesi sonucu yoğun bakıma alındı. Yapılan tüm müdahalelere rağmen Güllap hayatını kaybetti. ??? !!!!   1966 yılında Erzurum'da doğan Fethiye Güllap, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde Nöroloji Anabilim Dalında ihtisasını yaptıktan sonra 1996 yılında Ankara Özel Güven Hastanesi'nde çalışmaya başladı. Dr. Sümer Güllap 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de doktoruydu. (Cihan Haber Ajansı) 16.03.2008 17:45[1266089]
 

4 Mayıs 2011 Çarşamba

İstanbul'da çadır kent olarak planlanan 480 arazi eridi !

Çadır kentlere milyon dolarlık evler!
 
17 Ağustos depreminin ardından İstanbul'da çadır kent olarak planlanan 480 arazi eridi, üzerlerine lüks konutlar dikildi. Uzmanlar kalan 240 alanın kaderinden kaygılı
Ercan SARIKAYA-İSTANBUL
Deprem çadırı yerine milyon dolarlık evler... Japonya'da yaşanan afetin ardından gözler İstanbul'a çevrildi. Olası büyük depremde 70 ila 90 bin kişinin hayatını kaybedeceği yaklaşık 600 bin ailenin evsiz kalabileceği tahminler arasında.

240 ARAZİ BUHAR OLDU
17 Ağustos 1999'daki büyük afetin ardından Bayındırlık Bakanlığı İstanbul'da çadır kent kurulacak arazilerin tespitini yapmıştı. Ağırlıklı olarak depremde riskli ilçelerde yapılan bu tespitlerde Hazine arazileri, şahıs arazileri ve parklarında bulunduğu 480 tane çadır kent alanı belirlenmişti.
Arazilerin bir çoğunda inşaatlar yükselmeye başladı. 2009'da Kaymakamlıklar tarafından yapılan tespitlerde 480 çadır kent arazisinin 200 tanesine konut ya da işyeri yapıldığı bu nedenle çadır kent arazi özelliğini yitirdiği arazi sayısının 280'e düştüğü belirlendi. 2010'da 39 ilçe kaymakamlığı yeniden çadır kent arazileri üzerinde bir değerlendirme yapıp envanter çıkardı. 40 çadır kent arazisini daha kaybolduğu sayının 240'a düştüğü belirlendi.

NÜFUS ARTTI AMA!...
Daha önce ilçelerin deprem önceliklerine göre planlamalar yapılmıştı. Ortalama her ilçeye 15 çadır kent ve toplanma alanı planlanmıştı. 10 yılda İstanbul'un nüfusu arttı. 13 milyonu buldu. Çadır kent ve toplanma alanlarının kaybolması nedeniyle şimdi İstanbul'da her ilçeye sadece 6 çadır kent alanı düşüyor. Bu duruma uzmanlar tepki gösteriyor.
Var olan yetmiyordu yarısına kim sığacak
TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu 'Sığınılacak alanların olması sadece deprem için gerekli bir şey değil aynı zamanda kentsel boşluklara ihtiyaç var. 10 yıl önce belirlenen 480 çadır kent alanı bile azken şimdi yarıya düşmesi vahim. 'Depreme karşı önlem alıyoruz' diyenlerin halkı ne kadar yanılttıklarını ortada' dedi.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Cemal Gökçe: 'İstanbul'da boş bulunan her yere bina yaptılar. Dışarısı evlerden daha güvensiz oldu. Bundan sonra yeni yapı yapılmamalı aksine binalar kamulaştırılarak boş alan yaratılmalı. Bu da belediyelerin ve hükümetin görevidir' dedi.

04/05/2011

http://www.aksam.com.tr/cadirimin-ustune-milyonluk-evler-damladi--37712h.html

29 Nisan 2011 Cuma

Önce kadın gitti, sonra kaz, şimdi de insanlık!

* Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş sebat eden biri. Göreve başlarken anlatmış: “Kars gibi tarihi, kültürel ve jeopolitik önemi olan bir şehrin belediye başkanlığına soyunmak basit bir karar değildi. Ancak şunu düşündük.
Biz yapmazsak kim yapacak? Elbette ki taşın altına elimizi koymalıydık.”

* Hakikaten o yapmasa kim yapacak, kim koyacak bu taşların altına elini?

* Önce terminolojide birleşelim: Onun taş dediği aslında heykeldir. İcraatlarına bakınca hemen anlıyorsunuz. Altına elini koyduğu ve yok ettiği ‘taşları’ bir bir sayınca görüyorsunuz, tam manzarayı.

* 2009 Haziran’ında bir gece yarısı Kars Belediyesi’nin önünde duran iki kadın heykeli sırra kadem bastı. Birinin elinde gül, diğerinin kucağında kuzu vardı. Kaidelerinden sökülüp depoya atıldılar.

* Mahalle sakinleri uyanınca baktılar ki, kadınlar yok. Hayırdır? Başkan Bozkuş şöyle açıkladı: “Özellikle seçim sürecinde halkın heykellere karşı antipatisi olduğunu gördük. Bizim de programımızda vardı. Ama tesadüf oldu, Başbakan’ın geldiği günlere rastladı.”

* Hakikaten de tesadüf... Yani heykellerin yok edildiği gecenin sabahı Başbakan Erdoğan’ın ziyarete gelmesi. Bir tesadüf.

*Aradan aylar geçti. Karslılar baktılar ki, bir kamyonun arkasında koca bir kaz. Kars’ın meşhur kazlarından ebat olarak hallice ama tanıdık bir afacan.

* Yahu bu bizim Ali Gaffar Okkan Bulvarı’ndaki kaz heykeli değil mi? Kaz o kaz. Başkan da o başkan. Yine bir anda Karslılar adına karar vermiş, heykeli söktürmüş, başka bir depoya doğru biletini kesmişti. Depolar şehri Kars!

* Şimdi de son marifetini izliyoruz. Başbakan’ın göz zevkini bozan ‘İnsanlık Anıtı’nı parçalatıyor.

* ‘Acısızdır’ diyorlar. Çok ileri teknolojiymiş. Q 10-Q 500 arası, 550 cm. derinlik, 45 derece ile, 90 derece açı ile, her çaptaki deliği sıfır vibrasyonla, zarar vermeden indiriyorlar ‘İnsanlık’ı. Ölümcül enjeksiyon gibi bir şey herhalde.

* Taşın altına elini koymaktan çekinmeyen Başkan o taşların altında eziliyor mu diye merak ediyorsunuz... Hayır, onun daha çok planı var.

* Kars Belediyesi’nin aylık dergisinin son sayısından bir kuple: “Bugünkü iktidar, güçlenerek halkın gücünü bir kez daha arkasına alırsa genelde ülkemiz, özelde Kars’ımız kazanacaktır. Kars’ın çehresinin değiştiğini herkes görecektir.” Diyor Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş.

* Değişen çehre sadece Kars’ınki değil, hepimizin suretini dağıtıyorlar. Diyorum ben de. Ve sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum.


Kars’ın meşhur kazlarının heykeli sökülüp depoya kaldırılmıştı (solda). Başbakan’ın göz zevkini bozan ‘İnsanlık Anıtı’ parçalanıyor.

EZGİ BAŞARAN

28/04/2011

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1047668&Date=29.04.2011&CategoryID=96

28 Nisan 2011 Perşembe

Bu Da mı Gol Değil Hakim Bey!

Uzun tartışmalar gösteriler tatmin olanlar, olamayanlar vs derken YGS birincisi belli oldu.
Mahmut Bilal Doğan

Kimdir bu kardeşimiz deyu biraz karıştırınca neler çıktı görelim

Buyrun...
Memleketi Kayseri
Mahmut Bilal Doğan kardeşimiz demiş ki; "Benim açımdan sorarsanız tabii ki benim başım dik alnım açık, çalıştık allah a şükür, dua ettik allah a bıraktık gerisini"

Oldu...
Allah muvaffakiyetini daim etsin inşaallah...

E kimmiş bu kardeşimiz.


 Baba....  Erciyes Üniversitesinde prof.   Badem bıyıklı nur yüzlü bir hocamız.
 















Anne... Hukuk Fakültesi mezunu mesleği; 'ev kadını' türbanlı... maaşallah o da nur yüzlü. Allah (cc) nazarlardan saklar inşaallah.

Mahmut bilal kardeşimiz hangi dershanenin öğrencisi?
Özel Maltepe Dersanesi...
Aaaa bak sen şu işe...
Soruları çalınan KPSS den 120 sorunun 119 u yanıtlayarak tam puan alan ama bu sınav iptal edilince sonrakinde 100 puan bile alamayan sonra da
TRT ye kadrolu girmek için 
Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir’i referans gösteren Harun Aydın'ın bir süre çalıştığı dershane değil mi?
Hah ta kendisi.

Tesadüf olamaz mı? Tabii ki olabilir...

Ama bir de şu habere bakalım...

17/04/2011 de cemaate yakınlığı ile bilinen NT Mağazasının kutlu doğum haftası' nedeniyle düzenlediği konferansa katılanlar arasında Polatlı Maltepe Dershanesi müdürü Yusuf Yonca da yok muymuş meğer.

Diğer karılımcılar İçe Milli Eğitim Şb Md.  Sinan Gündüz,
Ö
zel Samanyolu Koleji (bunu herkes biliyor değil mi çocuklar)  Müdürü Salih Gökçe,
Polatlı İş Adamları Derneği Başkanı Mehmet Hasdoğan,
Yönetim Kurulu üyesi Osman Tutucu.

Hay alllah gene cemaat çıktı bak gördün mü...
Hangi taşı kaldırsak badem byıklılar,
Dilinden allah adını düşürmeyen nur yüzlüler...


Hey siz tatmin olamayanlar! Size söylüyorum!
Nasıl?
Yine olamadınız mı?
Hayır mı?
O zaman zevk alın...

Ya da hepsini boşverin zaten Kayserili Abdullah Gül ilk tatmin olandı ama bunu da manidar bulmayın bu da tesadüf.

Ne diyordu Vizontelenin Deli Emin'i; 'Gerçek,
şerefsizim benim aklıma gelmişti

 


http://basinistanbul.com/haber/gundem/20416/ayduz-yuce-allahi-seven-herkes-peygamber-efendimizin-sav-sunnetine-uymali.html
http://webtv.hurriyet.com.tr/2/16114/0/1/ygs-birincisi-konustu.aspx
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17659630.asp?gid=381
http://www.odatv.com/n.php?n=kpss-sinavini-cemaat-yapsin-1511101200
http://gundem.milliyet.com.tr/ygs-birincisi-o-iddialar-icin-ne-dedi-/gundem/gundemdetay/28.04.2011/1383598/default.htm
babası  http://hukuk.erciyes.edu.tr/akademik%20kadro/muratdo%C4%9Fan.html

25 Nisan 2011 Pazartesi

Büyüme illüzyonu

12 Haziran seçimlerine giderken Başbakan Erdoğan’ın ve AKP kurmaylarının propaganda söylemlerinde en önemli ögelerden birini, “ekonomideki büyüme” oluşturuyor.
Ancak bu söylemlerin rakamların ideolojik bir okumayla eğilip bükülerek yapıldığı ve büyümenin hangi sınıflar için ne gibi sonuçlar doğurduğu gerçeği de özellikle gizleniyor.
TÜİK verileri, üretim yöntemiyle hesaplanan, gayri safi yurt içi hasılanın 2010 yılı üçüncü çeyrek sonuçlarına göre, Türkiye’nin, Avrupa ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ikinci ülke olduğunu söylüyor. Dünya sıralamasına göre, Türkiye’nin ekonomisi, 26. sıradan 17. sıraya yükselmiş. Forbes dergisinin her yıl açıkladığı 100 zenginin servetlerine dair verilere göre ise, krizin başlangıcı olarak açıklanan kabul edilen 2008 ekiminde açıklanan ilk 100 zenginin servetleri toplamı 56 milyar dolar. 2010 yılında ilk 100 zenginin toplam servetleri yüzde 55 artarak, 87 milyar dolara yükselmiş.
2011 yılında açıklanan rakamlarla, ilk 100 zenginin toplam servetleri, 104 milyar dolar oluyor. Yani kriz dönemini kapsayan 3 yıl içinde ilk 100 zenginin toplam servetleri neredeyse yüzde 100 büyüme gösteriyor. Ayrıca Forbes dergisi Türkiye yayın yönetmeni, bu zenginlerin yurt dışındaki malvarlıklarının ve kamuoyunun bilmediği varlıklarının hesaba katılmadığını söyleyerek, üstünün var olduğunu ama; altının asla var olmayacağını söylüyor.
Bu verileri Özgürlük Dünyası dergisinin son sayısında analiz eden Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Çiğdem Sinem Uğurlu, “Ekonomi büyüyor, ama kimin için: Ford-Otosan örneği”  başlığını taşıyan yazısında, krizin dönemi ilk 100 zenginin devasa büyümelerine dikkat çekerken, emekçiler açısından bu sürecin nasıl yaşandığını da şöyle aktarıyor: “Kriz öncesi işsiz sayısı, 2 milyon 730 bin iken ekim 2009’da ciddi bir artışla işsiz rakamı 3 milyon 299 bine ulaşıyor. Yani, krizle birlikte çalışanların büyük bir kısmı işten çıkarılıyor. (...) DİSK araştırma raporuna göre, otomotiv sektörü, kriz döneminden en kârlı çıkan sektör, ama buna karşın ücretlerin en çok gerilediği sektör olma özelliğini taşıyor. Örneğin 2010 ocak-haziran aylarında, toplam sanayi üretiminde otomotiv sektörünün payı 2009’a göre 2.4 oranında arttı. Aynı dönem otomotivde 70 bin kişi işsiz kaldı.”
Bu verilerden sonra Ford-Otosan şirketinin incelenmeye başlandığı yazıda, Ford-Otosan’ın Türkiye otomotiv sektöründe üst üste 8 kez lider olduğu da hatırlatılıyor. Ford-Otosan’ın 2010 yılında kapasite kullanımını yüzde 140 artırdığı ve kârını da 3’e katlatıldığının hatırlanıldığı yazıda, aynı dönemde “Ford-Otosan çalışanlarının durumu ne oldu?” sorusu sorularak şöyle devam ediliyor: Maalesef Ford-Otosan sahipleri için bu parlak tabloyu çalışanlar için çizmek pek mümkün değil.
(...) Örneğin; kriz öncesi 7 bin 500 çalışanı olan Ford, bu rakamı kriz sonrası 5 bin 300’e indiriyor. Çalışma saatleri 9 saat ve mesai olduğunda 11.5 saati ve bazen de 15 saati buluyor. Şirkette imzalanan toplu iş sözleşmesine göre, 11 saatten fazla çalışılması yasa dışı. Krizle birlikte mesai ücretleri kesiliyor.  Kriz döneminde aylarca ücretsiz izin sistemi uygulandı ve hâlâ da uygulanıyor. Ücretsiz izinlerle maaşlar yüzde 24 oranında kesiliyor. Ücretler otomotiv sektörünün en düşük ücreti. Lider sektör olmasına rağmen asgari ücret civarı bir maaş alınıyor. Kriz döneminde, çalışma saatleri artırıldığı gibi, çalışma temposu da artırıldı. 90 saniye de bir araba çıkması gerekirken, bant hızıyla oynanıp 60-70 saniyeye düşürüldü. Üretimdeki bant hızı artırılarak, 3 işçinin yapması gereken işi 1 işçi yapar oldu. Çaya, yemeğe ve tuvalete hızla gitmek zorunda kalıyorlar.”
Yazıda bir Ford işçisinin, bizim gazete Evrensel’e verdiği bir röportajdaki çarpıcı ifadelere de yer veriliyor. Yer sınırlılığından ötürü, bu önemli yazıdaki diğer bölümleri burada paylaşma imkanımız bulunmuyor. Bunun için derginin alınmasını öneriyoruz.
Ford-Otosan örneği üzerinden ‘Büyüme illüzyonu’nu analiz eden bu yazı, Türkiye’nin ilk 100 zengininin kriz döneminde bile devasa büyürken, işçiler ise adeta Kafkavari bir tablonun içine itiliyor.
Demirel vakti zamanında “Ford için köşkü bile veririm” demişti. O şefkatli kollarda palazlanmasını sürdüren bu sermaye devi, bugün AKP’nin sunduğu ekonomik politikaların sağladığı imkanlarla  daha da büyüdü.
12 Haziran seçimlerinden AKP’nin aynı biçimde iktidar olarak çıkması bu tablonun devamını da onaylamak anlamına gelecektir. “Özel teşebbüsün önündeki engelleri kaldıracağım” gibi vaatler de bulunan–neyse o engeller (!)-Kılıçdaroğlu’nun CHP’si de, bu tablonun derinleşmesinin önünü açmaya şimdiden adaydır.
Bu tablonun değişmesi, buna uygun yeni bir siyasal tablonun oluşmasını zorunlu kılmaktadır.

http://www.evrensel.net/news.php?id=3524 06/04/2011

21 Nisan 2011 Perşembe

BİR DOKTORUN MESLEĞİNİ BIRAKIŞININ SEBEPLERİ

Bir yıl önce başladım ben bu greve. Kendi çapımda, hasta bakmaktan vazgeçtim. Kime ne?
Çok düşündüm yazmaya başlamadan önce. Nasıl anlatmalı, diye. Madde madde sıralamak çok kuru geldi. Çok da uzatmamalıyım, diye düşündüm. Bir taraftan da anlatacak o kadar çok şey var ki….Sonra dedim ki, örnekler vereyim, okuyan kıssadan hisse, anlasın. İlk aklıma gelenle başlayayım.
  • İkinci çocuğa yedi aylık hamileydim. İlkinde asistandım. Bu sefer uzmanım ya, farklı olacak. Ne fark edecekse? İlkinde, bebeğim iki aylıkken sekiz nöbetle dönmüştüm hastaneye, güya süt izni altı aydı o zaman. Nöbet dönmez demişler, başladığımın ikinci günü listeye yazmışlardı. Biliyorum, ben böyle olacağını, anlatması öyle zor ki. Bir şey hemen başka bir şeyi çağrıştırıyor. Evet, yedi aylık hamileydim ve çok kötü bir trafik kazası geçirdik. Arabamız pert oldu, emniyet kemerinin izi vücuduma derin bir morluk olarak çıktı. Erken doğum tehdidi atlattım. Rapor almadım, çünkü çalıştığım birimde tek uzman doktordum. Kazadan iki hafta sonra, bu sefer gece yarısı bir sarhoş sokakta ne kadar araba varsa çarptı. Bir kalp çarpıntısı tuttu beni. Biliyorum ki, anksiyeteden. Durmadı, sabahı sabah ettim. Sabah bir kardiyoloji uzmanına gitmeye karar verdim. Erkenden aradım hastaneyi, polikliniğe gelemeyeceğimi söylemek için. Telefonu birbirine bağlayan bağlayana. Kimse sorumluluk almak istemiyor. Sebep, öğleden sonraya gün önceden verilmiş internet randevuları. Sonunda, dayanamadım “Öldüm ben bugün, tamam mı!” dedim karşımdakine. Beş dakika sonra o bir türlü ulaşamadığım poliklinikten sorumlu başhekim yardımcısı aradı. “Dr hanım, sabah adınıza yazılmış yedi sekiz hasta var, n’olacak?” diye sordu.
BU MESLEĞİ, BEN DE İNSAN OLDUĞUM VE  HASTA OLMA HAKKIMI KULLANMAK İÇİN BIRAKTIM.
  • Anadolu’nun büyücek şehirlerinden birindeyim. Haftada iki gün heyet var. Her heyet gününde en az yüz, yüz yirmi hasta var. Çoğu özürlü  veya bakıma muhtaç raporu almak için gelmiş. Raporu alırsa, devlet para verecek. Diyaloglar:
1)      Hasta yakını: Muayeneye gerek yok doktor!
Dr: Ben muayene etmek için varım.
Hasta yakını: İmzala da şu kağıdı bitirelim işimizi. Daha dolaşacak çok kapı var.
Dr: Bu kadıncağız Parkinson Hastası. Hiç tedavi aldı mı?
Hasta yakını: Neyse ne hastalığı. Bu saatten sonra tedavi mi olur!
Dr: Tedavi edilirse belki de kendi işini görür, bakıma ihtiyacı kalmaz.
Hasta yakını: Sen imzala, biz bakarız.
Dr: Hastanın tedaviyle durumunun düzeleceğini düşünüyorsam özür derecesi veremem. Poliklinikten takip edelim, ilaçlar işe yaramazsa o zaman yeniden değerlendirelim. Olura olmaza verilen bir şey değil bu bakım parası
Hasta yakını: Sana mı kaldı kadın, devletin parasını düşünmek! Allah belanı versin!
      BU MESLEĞİ, DURDUK YERE BELA ALMAMAK İÇİN BIRAKTIM.
2)      Dr: Eee.. sen geçen hafta da iki özürlü çocuk getirmiştin. Onlar da mı senindi?
Hasta yakını: Hee..
Dr: Kaç çocuğun var senin?
Hasta yakını: On iki.
Dr: Kaçı özürlü?
Hasta yakını: Sekiz. Bazısı akıldan, bazısı hem vücuttan, hem akıldan.
Dr: Karın akraban mı?
Hasta yakını: He. Teyze kızıdır. Aklı da kıttır.
Kaba bir hesapla 8×500 TL = 4000 TL. Vergisiz, temiz gelir
BU MESLEĞİ, İNSANLARI EĞİTİLECEĞİ YERDE YANLIŞ YAPMAYA DEVAM EDİYORLAR DİYE HEPİMİZİN KESESİNDEN HOVARDACA ÖDÜLLENDİRİP, İNSANLARIN AĞZINA BAL ÇALARAK KENDİ HANELERİNE YAZILAN SEÇMEN OY’UNA ÇEVİRDİKLERİ   İÇİN BIRAKTIM
3)      Dr: Ne kadarlık bu bebek?
Baba: İki aylık.
Dr: Sorunu nedir?
Baba: Anne sütü almıyor.
Dr: Dudak, damak yarığı filan mı?
Baba: Şükür, yok öyle bir şey. Bir kusuru yok, her şeyi tamam, maşallah.
Dr: Siz niye geldiniz peki?
Baba: Devlet memuruyum. Mama parası almaya geldik.
Dr:??
BU MESLEĞİ, İNSANLARIN AÇ GÖZLÜLÜKLERİNE ARTIK DAYANAMADIĞIM İÇİN BIRAKTIM.
  • Bel ağrısı olan hastanın muayenesi bitmiş, reçete yazacağım, soruyorum, “Yakınlarda ağır kaldırdınız mı?” Hasta, kollarındaki bileziklerini şıngırdatarak cevap veriyor, “Allah kabul ederse, iki kurbanımız vardı. Malum onca et, indir kaldır..Ondan oldu herhalde.” Önümdeki ekrana bakıyor, bakıyorum. Hasta Yeşil Kartlı. Hastanın “Dr hanım en iyi ilaç neyse ondan yaz. Bir de MR çektirsen iyi olur,” demesi ile kendime geliyorum.
BU MESLEĞİ, BENİM CEBİMDEN ÇALANLAR BANA HASTA HAKKINA DAYANARAK İŞİMİ KULAKTAN DUYDUKLARIYLA ÖĞRETMESİNLER DİYE BIRAKTIM.
  • Performans, performans. Kaç kişi biliyor bu “Performans”ın ne anlama geldiğini? Eminim çoğu kişinin anladığı “işini iyi yapmak.” Performans demek, puan demek. Poliklinikte bakılan hasta şu kadar puan, hastaya dikiş atılması bu kadar puan, hastaya muayene testi sırasında x testini yapmak bilmem ne kadar puan. Ay sonunda listeler asılır. Hastane birincisi bilmem kaç bin puan yapmıştır. Puanıyla orantılı olarak, döner sermayeden para alır. Zeki insanlar anlamışlardır, hemen. Bu sistemin nasıl suistimal edilebileceğini. Geçen yıl mesleği bırakmadan bu konuda olanları da iki örnekle anlatayım:
1)      Acil kapıda Aile Hekimliği sisteminden önce pratisyen hekimler duruyordu. Mantıklı olarak önce hastayı onlar değerlendiriyor, sonra ihtiyaç duyarsa icapçı konsültan uzman hekimi çağırıyorlardı. Ne zamanki, konsültan çağırdıklarında onların puanından kesildi, o zamana değin olura olmaza çağırdıkları uzmanlar bir nebze olsun rahat nefes aldı.
BU MESLEĞİ MESLEKTAŞLARIMIN PERFORMANS DENİLEN İLLETLE DAHA FAZLA KİRLENDİKLERİNİ GÖRMEMEK İÇİN BIRAKTIM.
2)      Şehrin eski SSK hastanesinde tek nöroloji uzmanıydım. Poliklinik, acil, servis, EEG, EMG… hepsine tek kişi koşturuyorum. Mutluyum ama, çünkü sekreterler olsun, acil ekibi,  servis hemşireleri, EEG ve EMG hemşiresi olsun, nasıl iyi bir ekip, anlatamam. Canla başla çalışıyoruz. Anadolu’dayız. Hasta İstanbul hastası değil, kimi şehrin diğer ucundan geliyor, çok uzaktan geldim, diyor, kimi de gerçekten 120 km uzaktan, dağın başından geliyor. Biz uğraşıyoruz, EEG ve EMG ile ne kadar hastanın, ne kadar kısa sürede işin hallederiz, diye. Bazen işin içinden çıkamadığım oluyor, arıyorum İstanbul’daki arkadaşlarımı, hocalarımı, hastaları onlara gönderiyorum. Arada sekreterler puanımı söylüyorlar, aklımda bile kalmıyor. Her ay daha ne kadar fazla yapabiliriz, randevuları nasıl yakın zamana verebiliriz, diye uğraşıyoruz. Malu, bakan “İsteyen gece çalışsın, kazansın,” demiş.Ay sonunda diğer hastanede çalışan eşim, oraya asılan her iki hastanenin ortak puan listelerine bakıyor (Şehirde bir Devlet, bir de eski SSK hastanesi vardı. Bir takım sebeplerle iki hastane birleştirilmiş, tek başhekimlik ile idare edilmeye başlanmıştı. Bu da ayrı bir hikaye). Benim puan her ay bizim hesaptan en az 8-10 bin puan eksik. Üç ay böyle gitti. 8-10 bin puan o zaman, yaklaşık 2000 TL döner demek. Sonunda neden kesiliyor puanlarım, diye araştırdığımda, yaptığım EMG’lerden kesildiğini öğrendim. Neden? diye sorduğumda “Etik Komisyon” daki EMG’nin ne olduğunu bile bilmeyen bir başka branşın uzmanı doktor arkadaşın kararı doğrultusunda olduğunu söylediler. Bir ay içinde o sayıda EMG yapamayacağıma kanaat getirmiş kuruldaki arkadaş, puanı yüksek olan işlerin üzeri çizilmiş. Dilekçeler gitti, geldi. Yalan Performans bildirmekle suçlandım, yani yapmadığım işi yapmış göstermekle. Gönlüm o kadar rahat ki, her şeyim arşivli, kayıtlı, raporlarımın hepsi tamam. Israr edince, Bakanlıktan Soruşturmacı talep etmekle tehdit etti başhekimlik, yani hakkımda soruşturma açılması ile. Soruşturmacı istiyorum, diye dilekçe verdim. Sonra da istifa ettim. Dosya da kapandı, gitti. Elimde yazışmaların örnekleri, üstüne gideyim, dedim. Babası bakanlıkta olan eski bir arkadaşım,” Boşver, babama sordum, canın yanarmış,” dedi. Lanet ettim.
BU MESLEĞİ, GERÇEKTEN HİZMET ETMEK İSTEMEME KARŞIN, KARŞISINDAKİNİ DE KENDİ GİBİ BİLEN, HAK YİYEN, NEREDEN GELDİĞİ BELLİ OLAN KUKLA YÖNETİCİLERİN DAHA FAZLA HEM HEKİMLİK, HEM DE İNSANLIK ONURUMLA OYNAMAMALARI İÇİN BIRAKTIM.
Fakülte girişimle beraber, on sekiz yılın sonunda, gerçekten severek yaptığım mesleğimi bıraktım. Kolay bir karar değildi. Doya doya emziremediğim çocuğumdan, binbir zahmet beni okutan ana-babama, hocalarıma kadar o kadar çok kişinin emeği vardı ki o, on sekiz yılda. Benim alternatifim vardı, bırakabildim. Eminim, iki gündür grev yapan, yapmaya çalışan, yapamasa da gönlü yapmaktan yana olan o küçük, marjinal, siyasi görüşlü arkadaşların çoğu benim yerimde olsalardı, onlar da benim gibi yaparlardı.
Şimdi artık, mutlu ve huzurluyum. Performansı düşündürmeyen bir kazancım var. Çalıştığım yerde, insanlar kibar ve nazik. Gün içinde durduk yerde hakarete uğramıyor, tehdit edilmiyorum. Gece yatağa girerken, telefon ne zaman çalacak diye düşünmüyorum. Tamamen silinmeyecek olsa da, yavaş yavaş, insanların çirkin yüzlerine ilişkin anılar berraklığını yitiriyorlar. Çocuklarıma insana inanabilmeyi öğretme konusunda umudum yeşeriyor.
Ama…
Tam bir yıl oluyor, hasta görmedim. Hasta gözünde gördüğüm, o şükran duygusunu,  felçli hastanın ilk kez yeniden ayağa kalkışını görmeyi, hasta bir lokma fazla yedi mi sevinmeyi, kafamda listeler oluşturup, adım adım ilerleyerek sonunda teşhis koymayı, varsa tedavisi, tedavi etmeyi özledim.
Halk başına ne geleceğini bilmiyor, popülist politikaya alet oluyor. Nicelik olarak artan sağlık hizmetinin aslında niteliğinin artık sıfır bile olmadığının farkında değil. Sayın bakan ve başbakan, çuvaldaki bir iki çürük elma için tüm ambarı heba etti. Çürük elmalar duruyor, onlar artık muayenehaneyi değil Performans Sistemi’ni kullanıyor.
 
DAHA ÇOK ANLATABİLİRDİM. UMARIM BUNLAR SİZE SAĞLIK ÇALIŞANLARININ NEDEN GREV YAPTIĞI KONUSUNDA BİR FİKİR VERMİŞTİR.

http://selgingb.wordpress.com/2011/04/20/bir-doktorun-meslegini-birakisinin-sebepleri/

18 Nisan 2011 Pazartesi

Tayyip Şimdi de Halka Meydan Okuyor!!!

Başbakan "Gençlerin hissiyatını malzeme haline getirmek açık söylüyorum ahlaksızlıktır. Taksim'de bin kişiyi yürütmek problem değil. Biz de kalkarız onların karşısına 10 bin tane genci koyarız. Ama biz gerilimden yana değiliz" dedi.

Milliyet 12:59 | 18 Nisan 2011






 http://www.milliyet.com.tr/erdogan-dan-ogrencilere-ygs-mesaji/siyaset/sondakika/18.04.2011/1379276/default.htm

2 Nisan 2011 Cumartesi

İmamın ordusu:

İmam'ın şifreli sınavla oluşturulmuş ordusu. 

http://www.bobiler.org/Imamin_ordusu_m203266n

Dünyada yasak Türkiye’de yüzde 50 kota artışı

TÜRK- İş Genel Eğitim Sekreteri ve Şeker- İş Genel Başkanı İsa Gök, 1-7 Nisan Kanserle Savaş Haftası mesajında, tüm dünya ülkelerinde sağlığa aykırı olduğu gerekçesi ile yasaklanan, Türkiye’de ise yüzde 50 kota artışı ile alınan Siklamat adındaki yapay tatlandırıcıların kanser yapıcı etkisinin tıp çevrelerince kanıtlandığını vurguladı. Gök, “NBŞ’ler en az şeker pancarı kadar sağlıklıdır” diyen çevrelerin yanlış bilgilendirmelerine halkın kanmaması gerektiğini kaydererek, “Bunca uyarılara rağmen tedbir alınmadığı takdirde 20-30 yıl sonra yetişen nesillerimiz arasında kanserli olmayanların sayısının parmakla gösterilecek kadar az olma ihtimali arasında” diyen Gök, 74 milyon nüfuslu ülkede şeker pancarı dururken GDO’lu mısırdan şeker üretiminin halk sağlığını olumsuz etkileyeceğini belirtti.  Gök bu durumun Türkiye’nin atardamarlarından olan şeker sektörüne hayat veren ve bu sektörden ekmek yiyen işçisinden çiftçisine milyonlarca insanın varlığını yok saydığını da ifade etti. (Ankara/EVRENSEL)

Evrensel 02-04-2011
http://www.evrensel.net/news.php?id=3248

YGS’de gizli şifre

YGS’de gizli şifre iddiası

Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda (YGS) 20’den fazla sorunun iki ayrı şifreye göre çok rahat çözülebildiği iddia edildi Birinci şifre: Cevap şıklarında yer alan sayılar küçükten büyüğe doğru sıralanıyor. Çakışan sayılar varsa doğru cevap o şık oluyor İkinci şifre: Bu şifrede küçükten büyüğe doğru sıralama zaten yapılmış oluyor ve doğru cevap daima “A” şıkkı çıkıyor

Pazar günü 1 milyon 700 bine yakın adayın katılımıyla gerçekleşen üniversiteye giriş birinci basamak sınavı YGS’de inanılması güç gizli şifreler ortaya çıktı. Bu çok basit gizli şifreyi bilen adaylar, hiçbir akademik donanıma sahip olmasalar da, en iyi üniversitelerin, en iyi fakültelerine girebilecek puan alabilecekler.
Şifre çok basit ve uygulandığı takdirde size kesinlikle doğru cevaba götürüyor. Özelikle çok kritik test olan Matematik ve Fen Bilimlerinde etkili oluyor ve Matematik’te neredeyse soruların tamamına yakınını kapsıyor.
Ve bu konuda tüm testleri kapsayan 3 farklı şifre söz konusu. İşte iddialar, örnekler ve yorumlar:

İşte 1. ve önemli şifre!
Milyonlarca gencin kazanmak için yıllarını feda ettiği, ailelerin de çocuklarının geleceği için varlarını yoklarını harcadığı YGS’de örneğin Matematik testlerinde, ÖSYM tarafından verilen seçenekleri küçükten büyüğe doğru sıralamanız yetiyor da artıyor.
Örneğin basına verilen ve ÖSYM’nin internet sitesinde yayınlanan Matematik testinde 1. sorunun seçenekleri A)8, b) 10, C) 6, D) 4, E) 2  şeklinde.
Şimdi gizli şifre ile doğru cevabı bulmak için bu seçenekleri, 2, 4, 6, 8, 10 şeklinde küçükten büyüğe doğru sıralıyoruz ve sırası ile hemen üstteki seçeneklerin altına yazıyoruz. Daha sonra da bu beş seçenek içerisinde eşleşen rakama bakıyoruz. Birinci soruda eşleşen bu rakam 6. Yani doğru cevap C seçeneği. Aynı yöntemi diğer seçeneklere de uyguladığınızda, karşınıza akıllara durgunluk veren korkunç bir tablo çıkıyor. Bir soruda bile on binlerce kişinin yer değiştirdiği YGS’de 40 sorudan tam 17’sinde bu şifre ile doğru cevabı bulmak mümkün.
Bu yöntemle, Türkçe ve Sosyal testleri içerisindeki seçenekleri rakamsal sorularda da doğru bulmak mümkün.
Örneğin Türkçe 31. sorunun seçenekleri şöyle:
A) IV, B) V, C) III, D) II, E) I
Şimdi bu seçenekleri I, II, III, IV, V diye sıraladığınızda eşleşen III oluyor yani doğru cevap C seçeneği.

2. şifre 6 SORUDA?İŞLİYOR
Bir de ikinci şifre var ki o da kesin sonuç veriyor. Bu yöntemle çözülen tam 6 soru var. Böylesi durumlarda küçükten büyüğe doğru sıralama, zaten kendiliğinden yapıldığı için doğru seçenek hep A oluyor.
Örneğin 34. soruda olduğu gibi:
A)105, B)110, C)115, D)120, E)125

Tesadüf mü, özel yazılım mı?
Artvin’de Avukat Ayla Varan’ın dikkatini çeken ve dershane öğretmenleri ile Kamu-Sen yöneticilerinin titiz çalışmasıyla ortaya çıkan “şifreleme skandalı“, bir tesadüf mü yoksa bir yazılım kurnazlığı mı?
Yapılan ilk değerlendirmeler, özel bir bilgisayar yazılımı olmadığı sürece böylesi bir tesadüfün mümkün olmayacağı yönünde. Peki ÖSYM’nin bu yönde bir yazılımı olabilir mi?
Resmen olmasa bile bu işin teslim edildiği görevliler yapmış olabilirler. Zaten iptal edilen KPSS soruları da yine bazı görevliler tarafından dışarı sızdırılmıştı.
Yine aynı şekilde bazı okullarda öğrencilerin haremlik, selamlık olarak ayrılması da yine bir yazılım ile gerçekleşmişti.
Bağımsız uzman bir heyet oluşturularak bu iddialar tek tek incelenmeli ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Şeffaflık yerine gizlilik tercih edilirse, bu sadece ÖSYM’nin başını ağartmakla kalmaz, çok daha derin ilişkileri gündeme getirebilir...

Soruların yeri değişiyor mu?
Bugüne kadarki sınavlarda, sorular aynı olmasına rağmen, soruların sıralaması değişiyordu. Örneğin A kitapçığında 5. sırada olan bir Matematik sorusu B kitapçığında 14’üncü sırada yer alıyordu. Ama şıkların yeri değişmiyordu. Bu yılki uygulamada nasıl bir yöntem uygulandığı ise bilinmiyor. Ama genel kanı, şıkların yerlerinin değişmediği yönünde...

Şimdi ne olur?
ÖSYM’nin bu konuda nasıl bir açıklama yapacağı çok önemli. Eğer daha önceki skandallarda olduğu gibi olayı örtbas etme yoluna giderse, çok daha büyük sıkıntılara yol açabilir. Ama şu ana kadarki tespitler bile, kesinlikle sınavın iptalini gerektiriyor. Hem de hiç zaman kaybetmeden.
Ortada bir şifreleme olduğu kesinlikle belli. Ve böylesi bir şifreleme olduğuna göre, bu şifrelerin dışarı sızdığı da kesinlikle mümkün olabilir. Bu durumda da eşit koşullarda yarışma ilkesi bozulmuş olur ki, bu da sınavın iptalini gerektirir...
Özetin özeti: KPSS gibi bu da örtbas edilirse, kamu vicdanı derin yara alır.

ŞİFREYİ UYGULADIK, SORULARI BİR ÇIRPIDA ÇÖZDÜK
YGS’deki şifreyi anlama rehberi

YGS matematik testindeki cevap şıklarını kırmızı kalemle küçükten büyüğe doğru sıraladık. Eşleşen rakamı yuvarlak içine aldık. Yuvarlak içine aldığımız şıkkı cevap anahtarından kontrol ettik ve doğru cevabı bulduk. Tam 17 soruda bu şifre vardı! Ayrıca matematik testindeki cevap şıkları orijinalinde küçükten büyüğe sıralıysa... Bu kez de doğru yanıt (A) şıkkıydı. Bu şifre de 40 sorunun 6’sında çalışıyor. Yani bu şifreleri bilenlere 40 sorunun en az 23’ü garanti.
www.osym.gov.tr adresinden şifre sistemini kontrol edebilirsiniz.












Milliyet 02/04/2011
http://gundem.milliyet.com.tr/ygs-de-gizli-sifre-iddiasi/gundem/gundemyazardetay/02.04.2011/1372172/default.htm

29 Mart 2011 Salı

Bir günde nasıl profesör oldular?

Aktarmalı prof.'luk sağlıkçıları kızdırdı

Ankara Tabip Odası, yeni profesörlerin peşine düştü. Oda'ya göre doçentlikte beş yılını tamamlayan çeşitli hastanelerden 50 hoca yeni kurulan üniversitelere atanıp bir günde prof. oldular. Yeni kurumlarında bir saat bile ders vermeden eski üniversitelerine geri döndüler. Aynı anda bir üniversitede prof. başka bir hastanede başhekim, iki eğitim hastanesinde klinik şefi olarak çalışanlar var
Dilek GEDİK / ANKARA
TIP dünyası doçentlikte beş yılını tamamlayan ve yeni kurulan üniversitelerden profesörlük kadrosuna atananları tartışıyor. Ankara Tabip Odası (ATO) ile Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), dedektif gibi iz sürerek, profesörlük kadrosunu aldıkları üniversitelerin kapısına dahi uğramayan veya ayda sadece bir kaç kez giden isimlerin peşine düştü ve 50 kişilik bir liste oluşturdu. Listede, aynı anda bir üniversitede profesör, başka bir hastanede başhekim, iki eğitim araştırma hastanesinde de klinik şefi olarak çalışan hekimler de var. YÖK Kanunu'na göre bir üniversitenin kadrosunda profesör olarak atananların, o üniversitede en az iki yıl fiili hizmet vermesi gerekiyor. Öte yandan bu durum, akademik dünyada kanayan çok ciddi bir başka yarayı daha ortaya koydu. Yıllarca doçent olarak görev yapan bir çok akademisyen, hak ettiği halde yalnızca kadro mevcut olmadığı ve açılmadığı için profesör olamamaktan dolayı hayli sıkıntılı.

50 HEKİMLİK LİSTE
ATO ile SES, 'uçan profesörler' olarak adlandırdıkları hekimlerin tespiti için adeta dedektif gibi bir çalışma yürüttü. 'Hülle' diye yorumladıkları bu yöntemle prof. olan isimleri araştıran ATO ve SES, önce YÖK'e ve Sağlık Bakanlığı'na başvurarak Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde isim istedi. Her iki kurumdan da olumsuz yanıt alan ATO ve SES, kendi imkanlarıyla araştırma yaparak 'uçan profesör' olarak tanımladıkları 50 ismi belirlemeyi başardı. ATO Başkanı Dr. Bayazıt İlhan oluşturdukları 50 kişilik listeyi AKŞAM'a açıkladı ve şöyle konuştu: 'Bu yöntemi kullanarak profesör olup, hiçbir üniversitede bir saat bile ders vermeden rektörlüğe getirilen var. Bu yöntemle profesör olan tıp fakültesi dekanı, Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü, İll Sağlık Müdürü ve çok sayıda eğitim ve araştırma hastanesi başhekimi var. Aynı kişinin aynı anda bir yerde profesör, bir yerde başhekim, iki farklı eğitim hastanesinde klinik şefi olduğu bilinmektedir ki bunca önemli, emek ve zaman isteyen görevi tek kişinin nasıl yaptığı hekimler arasında merak konusudur.'

 HEMŞİRELİKTEN PROF ÜROLOG
Hazırladıkları listede çarpıcı bir çok örnek bulunduğunu da belirten Dr. İlhan, şunları söyledi: 'Hemşirelik yüksek okulundan profesörlük alan genel cerrah ve ürolog mevcut. Örneğin ürolog Çetin Dinçel. Sağlık yüksek okulundan profesörlük alan genel cerrah, kadın doğum ve kulak burun boğaz hekimleri mevcut. Üstelik hem devlet hem de vakıf üniversitelerinin bu amaçla kullanıldığı görülüyor ki akademik yükseltmelerde ne derece sıkıntılı bir durumda olduğumuzun açık bir göstergesi.  Hekimler arasında her türlü liyakat ve akademik kriterin dolambaçlı yollarla aşındırıldığı düşüncesi maalesef ki çok yaygın.'
PROF. MAAŞI ÜNİVERSİTEDEN
Bu şekilde ataması yapılan hocalar, maaşlarını, profesör kadrosuna dahil oldukları üniversiteden alırken Sağlık Bakanlığı'na bağlı atandıkları devlet hastanelerin de döner sermaye gelirlerinden yararlanıyorlar. Emekli olmaları durumunda da maaşları kendilerine emekli profesör maaşı olarak ödeniyor.
BİRBİRİNDEN İLGİNÇ İSİMLER
ATO Başkanı Dr. Bayazıt İlhan'ın açıkladığı 50 kişilik listedeki isimler arasında Sakarya üniversitesi Tıp Fakültesi'nden prof.'luk unvanı alan Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü Prof. İrfan Şencan, İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden prof. unvanı alan İstanbul İl Sağlık Müdürü Ali İhsan Dokucu ve İstanbul Üniversitesi Florence N. Hemşirelik Yüksek Okulu'ndan prof'luk unvanı bulunan Ankara Keçiören Hastanesi Başhekimi ürolog Prof. Ali Coşkun da bulunuyor. Listedeki diğer isimler de şunlar:
Nurullah Zengin
Ümit Topaloğlu
Mustafa Öncel
Mahir Özmen
A. Yaser Müslümanoğlu
Ali İhsan Dokucu
Burhan Dadaş
Suat Turgut
Yüksel Altuntaş
Ali Coşkun
Çetin Dinçel
M. Fatih Avşar
Ahmet Kutluhan
Mehmet Bilge
Adil Eryılmaz
M. Cem Turan
Orhan Gedikli
Sefa Saygılı
Şaban Şimşek
Hüseyin Katılmış
M. Derya Balbay
M. Zafer Berkman
Osman Güler
A. Filiz Avşar
Ahmet Metin
Ali Çayköylü
Bekir Çakır
Ekrem Algül
Engin Bozkurt
Erhan Reis
Erol Şener
Faik Özveren
Hakan Kulaçoğlu
Münir Demirci
Ömer Anlar
Erdal Birol Bostancı
İlknur Bostancı
İrfan Şencan
Metin Doğan
Murat Bozkurt
Musa Akoğlu
Erol Göka
Selami Akkuş
F. Tülin Kayhan
Selami Albayrak
Turhan Caşkurlu
Vedide Tavlı
Nurettin Karaoğlanoğlu
Halil Arslan
İhsan Karaman
Akşam 29/03/2011 http://www.aksam.com.tr/aktarmali-prof.luk-saglikcilari-kizdirdi--29534h.html

Pişkinliğin Zirvesi

Abdullah Gül'den ilk tepki

Abdullah Gül, Ahmet Şık'ın kitap taslağının toplatılmasını değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ahmet Şık'ın kitap taslağının toplatılmasıyla ilgili, ''Bütün bunlar herhalde O gazeteciler ve bahsedilen kitaplar için en büyük PR çalışmaları olmuş oldu. Ama savcılar bazen önlerinde ne yazıyorsa onunla hareket etme gibi bir durumları vardır. Siyasi değerlendirme yapma durumları savcıların bazen olmuyor herhalde. Herhalde 10 bin satacak kitabı şimdi yüzbinlerce sattıracaklar'' dedi.

Akşam 29/03/2011 http://www.aksam.com.tr/abdullah-gulden-ilk-tepki--29687h.html

26 Mart 2011 Cumartesi

Adli Tıp'ın kimyası bozuldu

Adli Tıp Kurumu'nda yeni bir kriz! Bir ayı geçkin süredir sonucu açıklanmayan Defne Joy Foster'ın otopsi raporu, kurumdaki uzman sıkıntısını ortaya çıkardı. Adli Tıp'ta görevli uzmanlar, art arda başka yer veya görevlere atanınca kurumda otopsi raporunu yorumlayacak bilirkişi kalmadı

14 Şubat'ta gazeteci Kerem Altan'ın evinde ölü bulunan Defne Joy Foster'ın Adli Tıp raporuyla ilgili birçok iddia ortaya atıldı. Kriz, Foster'ın otopsisinde baş gösterdi. Morg İhtisas Dairesi incelemeyi tamamladıktan sonra karar, Foster'ın kanında uyuşturucu ve alkol olup olmadığını belirleyecek olan Kimya İhtisas Dairesi'ne kaldı. Ancak raporun sonuçlarını yorumlayarak altına imza atacak uzmanlarda sıkıntı olduğu ortaya çıktı. Son bir yıl içinde, Kimya İhtisas Dairesi Başkanı Faruk Biçer'in de aralarında bulunduğu birçok deneyimli uzman, 'Görülen luzüm üzerine' yazısıyla başka yerlere gönderildi veya görev yerleri değiştirildi. Yerlerine de narkotik konularda deneyimli olmadığı iddia edilen  personel atandı. Yeni uzmanlar, özellikle kamuoyunda gündeme gelen kritik dosyaları yorumlamakta çekimser kalınca gecikmeler başladı.

15 DAKİKADA YORUMLANMALI
İstanbul Adli Tıp Enstitüsü'nden Prof. Dr. Fatih Yavuz, Defne Joy Foster'ın raporunun uzun bir süredir neden beklemede olduğunu şöyle açıkladı: 'Fizik, Kimya ve Biyoloji dairelerinde çıkan sonuçlar işinin uzmanı tarafından en fazla 15 dakikada yorumlanır. Eğer bir rapor 1 aydan fazladır bekleniyorsa o birimde sorun vardır. Kimya İhtisas Dairesi'nin başkanı ile alkol birimindeki uzmanlar görevden alındı. Bunların yerine gelenler uzman olmadığı için muhtemelen sonuçlar uzun süredir çıkmıyor' diye konuştu.

ADLİ TIP  SİYASALLAŞIYOR
Uzun yıllar Fizik İhtisas Dairesi Başkanlığı yapan Doç.Dr. Ömer Kurtaş, kurumun siyasallaştığını söyleyerek şöyle konuştu: 'Adli Tıp Kurumu'ndaki sürgünlere bakarsanız kurumun siyasallaştığını görürsünüz. Benim de yakından tanıdığım Faruk Biçer ve diğer birçok işinin ehli uzman herhangi bir gerekçe gösterilmeden görevlerinden alındı. Bu arkadaşların yerine atananların uzmanlıkları tartışılır. Bu kişilerin verecekleri karar ne kadar sağlık olur?'

SADECE SERTİFİKA VERİLDİ
İsminin açıklanmasını istemeyen bir uzman ise çarpıcı iddialarda bulundu: 'Bu arkadaşlarımız taşrada bulunan temsilciliklere gönderiliyorlar. Yerlerine de uzman olmayan kişiler atandı. Hatta onlara bir-iki haftalık bir eğitimle sertifika verildi.' TAURASİ KORKUSU
Fenerbahçe'nin dünyaca ünlü kadın basketbolcusu Diana Taurasi'de doping maddesi bulan Hacettepe Üniversitesi, spor kulübünün itirazı üzerine incelemeyi tekrar yapmış ve raporun hatalı olduğunu kabul etmişti. Hacettepe Üniversitesi'nde doping maddesini ölçen aletle Adli Tıp Kurumu'ndaki alkol ölçümü yapan aletin aynı olması uzmanları korkutuyor. Yanlış yorumdan kaçınan uzmanlar görüş bildirmiyor.
17 YILLIK BAŞKAN YERİNE ÜNİVERSİTEDEN ATAMA
Kimya İhtisas Dairesi Başkanlığını 17 yıldır yürüten Faruk Biçer, görevinden alınarak önce alkol biriminin gece sorumlusu yapıldı. Daha sonra da Adana Adli Tıp Şubesi'ne gönderilen Biçer'in yerine Celal Bayar Üniversitesi'nden Adli Tıp Uzmanı Dr. Mahmut Aşırdizer atandı. Aşırdizer'in Kimya İhtisas Dairesi'ndeki birimlerden uzmanlığının bulunmadığı iddia ediliyor. Narkotik biriminin başındaki Uzman Nilay Derman da bir yıl önce Diyarbakır'a gönderilmişti. 6 ay burada görev yapan Derman yeniden İstanbul'a geldi ve sonra Erzurum'a tayin edildi. Derman'ın yerine gıda zehirlenmeleri konularına bakan Şenol Korkut getirildi.
Kimya İhtisas Dairesi'ndeki görevden almalar devam etti. Gıda ve ilaç zehirlenmelerine bakan Oya Tanç ile Kimya İhtisas Araştırma Müdürü Zafer Gürpınarlı da görevlerinden alınarak pasif görevlere getirilirken yerlerine Ümran Özkan ile Neval Akberber atandı. Görevi alkol biriminde çıkan analizleri rapora dökmek olan İsmail Kocağa da başka bir göreve atandı. Yerine iki yıldır kurumda çalışan bir memur getirildi.
ÇÖZÜM: GENİŞLETİLMİŞ UZMANLAR KURULU
Adli Tıp Kurumu geçtiğimiz yılllarda birçok skandal karara imza atmıştı. Özellikle Vakit Gazetesi Yazarı Hüseyin Üzmez'in taciz ettiği B.Ç.'ye verilen rapor ve otopsi sırasında Münevver Karabulut'un cesedine bulaştırılan spermin ardından Devlet Denetleme Kurulu, kurumu mercek altına almış ve açıkladıkları raporda şu ifadelere yer vermişti: İhtisas Daireleri, Genel Kurul ve ihtisas kurullarında, üyeler, uzman olmadıkları alanlarla ilgili kararlara da katılmaktadır. Konunun uzmanı olanlarla hiçbir uzmanlığı bulunmayanların görüşleri aynı değerde kabul edilmektedir. Bu durumun ortadan kaldırılabilmesi için, 'Genişletilmiş Uzmanlar Kurulu' sistemine benzer bir yapı oluşturulmalıdır.

10 Mart 2011 Perşembe

Örtüsüz kadın ya satılıktır ya da kiralık

Ordu'nun Ünye ilçesinde, AKP Ünye İlçe Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci sosyal paylaşım sitesi Facebook'taki sayfasına, başı açık kadınlar için "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır." yazdı.

Birgün 10/03/2011
http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1299751931&year=2011&month=03&day=10

9 Mart 2011 Çarşamba

Fişle priz eşit mi?

KOBİDER Başkanı Özgenç'ten 8 Mart'ta şok mesaj: Eşitlik bir safsatadır... Fiş de prize eşit değildir...

Türkiye genelinde tam1216 üyesi bulunan Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler Derneği’nin (KOBİDER) Genel Başkanı Nurettin Özgenç, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yaptığı kadın-erkek eşitliğine ilişkin açıklamalarıyla şok etkisi yarattı.

Yazılı açıklamasında Özgenç, kadın erkek eşitliğini ‘safsata’ olarak nitelendirerek, kadınları feminist yapma gayretleri için de “Bazı kadınlar, bu gayretlerle kartala özenen papağan durumuna düşmüşlerdir” dedi.

‘GERÇEĞİ İNKÂRIN AMACI NE?’
“Bilgi ve beceri konularındaki değişik seviye ve yetenekte olan insanları aynı kalıba koymak ve eşit saymak, hem yanlıştır hem de böyle mutlak bir eşitliği sağlamak zaten imkânsız olduğu kanaatindeyim” diyen Özgenç şöyle konuştu:
“Eşitlik safsatasını savunanların realitede, bunun böyle olmadığını kendileri de bilmekteler. Lakin bu gerçeği inkâr etmenin amacının ne olduğunu anlamış değiliz. Bu konuda bariz örnek vermek gerekirse; kadın erkek aynı lokantada, aynı çatal bıçakla yemek yerken neden ayrı tuvaletleri kullanırlar. Bu durum, kadın ve erkek arasında bir eşitsizlik değil midir? Ebetteki eşitsizliktir! Kadın erkeğe eşit değildir, denilince niçin bundan, erkeğin değil de kadının küçük görüldüğü anlamı çıkarılıyor. İki şeyin birbirine eşit olmadığını söylemek, birinin diğerinden üstün olduğu anlamına gelmez.”

‘İSTİSNALAR VAR’
Kadınla erkeğin eşit olmadığını ispatlamak adına fiş ve priz örneği de veren Özgenç, şöyle devam etti:
“Fiş prize eşit değildir. Ama hangisi daha üstündür? Bir hüküm verilebilir mi? Ya da ikisinin görevi de aynı mıdır? Kadının, hayatın zorluklarına tahammül edecek, ağır işleri görecek, makineleri ve yükleri indirip bindirecek gücü varmıdır? Bu işler kadına yaptırılırsa, fıtrata, yani tabii ve doğal olana karşı çıkılmış olunmaz mı?
Zarafette, duygusallıkta, nezakette, şefkat vemerhamette erkek kadına yetişemez. Akli muhakemede, soğukkanlılıkta, fikri tahlil, yani çözümlemede de kadın erkeğe yetişemez. Bazı kadınların erkeklere ait bazı işleri başarıp birçok erkeği geride bırakması, tamamen istisnai durumlardır.”

‘FEMİNİSTLER İSPATLAYAMIYOR’
Kadının erkeğe eşit olduğunu savunan feministlerin iddialarını ispatlama gücüne bir türlü kavuşamadığını da savunan Özgenç “İhtiyaç giderme yerleri neden farklıdır. Niçin hastabakıcılar, hemşireler, çocuk yuvaları gibi şefkat ve merhamet isteyen kurumlarda çalışanların çoğu kadındır? Demek ki kadın ile erkek görev ve misyon açısından da birbirinden farklıdırlar” dedi.

‘EŞİTLİK HAYALİNDEN VAZGEÇİN’
Hiçbir zaman kadının fizik ve ruh bakımından erkeğe eşit olamayacağını, erkeğin de ona eşit olamayacağını kaydeden Özgenç sözlerini şöyle bitirdi:
“Feministlerin eşitlik hayallerinden vazgeçip erkeği ve kadını olduğu gibi kabullenmesi gerekir. Feminist düşünceye sahip olanlar eşit yapacağız diye sokaklara döktükleri bazı kadınları erkek yapamadılar fakat, kadınlığından da çıkarmışlar ve maskaraya çevirmişlerdir. Bazı kadınlar, bu gayretlerle kartala özenen papağan durumuna düşmüşlerdir.”  (Habertürk)

Radikal 09/03/2011
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1042365&Date=09.03.2011&CategoryID=77   

 

Diyanet İşleri Başkanlığının başlattığı 'Aile İmamlığı' projesi Adana'nın merkez ilçesi Sarıçam'da başlatıldı.

Adana İl Müftülüğünden yapılan yazılı açıklamaya göre, Sarıçam Müftüsü Murat Demir, vaize Sümeyra Budak, mahalle imamı ve cami dernek başkanından oluşan heyet, haftanın belirli günlerinde evleri ziyaret etmeye başladı.
Proje kapsamında Mustafa-Şerife Kaçar çiftinin evlerini ziyaret eden heyet, Kaçar ailesine dini konuların yanı sıra alkol, sigara ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkların zararlarına karşı da bilgi verdi.

İl Müftüsü İsmail Canbolat, "Aile İmamlığı" projesinin, imamı yalnız camide namaz kıldırma, ezan okuma görevlisi değil, çevredeki insanların dertleriyle dertlenen, sıkıntılarını gidermeye çalışan ve onlarla ilgilenen görevliler olmalarını sağlamak açısından önemsediklerini belirtti.

Canbolat, proje kapsamında din görevlilerinin sadece cemaatle değil, cami dışındaki insanlarla da ilgilendiğini ifade ettiğini vurguladı.

Din görevlilerinin ev ev dolaşıp, vatandaşın sorunlarıyla yakından ilgilendiklerini belirten Canbolat, "Arkadaşlarımız mahallede fakir varsa tespit etmeli, hasta varsa ziyaret edilmeli, cenaze varsa taziye ile ilgili görevler yerine getirilmeli, Kur’an-ı Kerim okunmalı. Camiye gelmeye teşvik etmeli. Sırf camiye gelenlerle yetinip, cami dışındakileri ihmal edemeyiz" ifadesini kullandı.

İlçe Müftüsü Murat Demir de imamların artık sadece namaz kıldırmayacağını, bulundukları mahallenin sorunlarını dinleyip, aileleri acı ve tatlı günlerinde yalnız bırakmayacaklarını bildirdi.

Amaçlarının İslam dinini en sağlıklı şekilde topluma anlatmak olduğuna dikkati çeken Demir, şunları kaydetti:
"Proje kapsamında çalmadık kapı bırakmayacağız. Gayemiz her vatandaşı evinde ziyaret edip birebir görüşmek ve dini birtakım meseleleri müzakere etmek. Varsa bir sorunları bunları oturup birlikte çözmek."

Demir, ilçede uyuşturucu, sigara ve alkol gibi bağımlılık yapan maddelere karşı aileleri her fırsatta uyardıklarını belirterek, şöyle devam etti: "Bu görevi sadece camilerle sınırlamıyoruz. Ev ziyaretleri veya okullarda anne, baba ve çocukları bilgilendiriyoruz. Uyuşturucuya bulaşan gençler çok zor kurtuluyor. Kimi intihar ediyor, kimi hastanelere düşüyor, kimi işe yaramaz hale geliyor. Bu illetle hep beraber mücadele edeceğiz."

Ev sahibi Şerife Kaçar ise ziyaretten duyduğu memnuniyeti, "Keşke bütün devlet büyükleri bu şekilde vatandaşın halini sorsa, sorunlarıyla ilgilense" sözleriyle dile getirdi. (aa)

Radikal 09/03/2011   http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalAnasayfa&rf=1&ver=70

2 Mart 2011 Çarşamba

Antalya'da bira içene ceza!

Antalya’da açık alanda denize karşı bira içen 2 arkadaşa, kanlarında 0.50 promilden daha düşük miktarda alkol çıkmasına rağmen 75’er lira ’sarhoşluk’ cezası kesildiği öne sürüldü. Biralarından henüz iki yudum almışken alkolmetreyi üflemek zorunda kaldıklarını belirten Mahir Güven, "Yaşam alanlarının daraltıldığını hissediyorum" dedi.
Geçen Cumartesi akşamı iki eski arkadaş 32 yaşındaki Zafer Ülker ve 36 yaşındaki Mahir Güven, yıllar öncesinden bir geleneği devam ettirerek tarihi Kaleiçi semtindeki Yat Limanı’nda bulunan amfitiyatroda bira içmeye indi. Büfeden aldıkları birer biradan iki yudum alan gençlerin yanına gelen polis, kimliklerini aldı. O sırada tiyatroda bulunan yaklaşık 20 kişinin de kimlikleri toplandı. Muratpaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı polis memurları daha sonra ekip otosunun yanına çağırdıkları kişilere alkolmetre üfletmeye başladı. Alkolmetreye üflemeyi reddedenler kan testi için hastaneye götürülürken, Güven’de 0.22 promil, arkadaşı Ülker’de ise 0.34 promil alkol çıktı. Polis, 5 bin 326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun ’Şarhoşluk’ başlıklı 35’inci maddesinden gençlere işlem yaptı, kişi başı 75 TL ceza kesti.
"YAŞAM ALANLARI DARALTILIYOR"
Ziraat mühendisi olan Mahir Güven ise "Artık 2011’in Türkiyesi’nde rahat rahat sokaklarda kendinizi ifade edebilecek yaşam alanlarının daraltıldığını hissediyorum" dedi. Uygulamayı polisin yaptığı rutin bir kimlik kontrol olduğunu sandıklarını söyleyen Mahir Güven, "Tiyatrodaki herkesin kimliklerini toplayan polis, 15- 20 dakika geçmesine rağmen hiçbir işlem yapmadı. Biraz daha bekletildikten sonra polisler, ekip arabasının arkasından alkolmetreyi çıkartarak herkesi sıraya dizdi. Saat 21.00 sıralarında ise herkes alkolmetreyi üflemek zorunda bırakıldı. İtiraz edenler hastaneye götürüldü. Bu çağda böyle manzara olur mu?" diye konuştu. Gençler, polisin kestiği cezaya karşı dava açmaya hazırlanıyor.


Kabahatler Kanunu’nun ’Sarhoşluk’ Başlıklı 35’inci maddesi:
Sarhoşluk
MADDE 35.- (1) Sarhoş olarak başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde davranışlarda bulunan kişiye, kolluk görevlileri tarafından elli Türk Lirası idarî para cezası verilir. Kişi, ayrıca sarhoşluğun etkisi geçinceye kadar kontrol altında tutulur.


http://istanbulgercegi.com/Antalya%27da-bira-icene-ceza!_haber_1503.html

25 Şubat 2011 Cuma

İslami kurallara uygun olarak çalışacak işletmelerin teşvik edilmesi

TBMM, İslami kurallara uygun olarak çalışacak işletmelerin teşvik edilmesini öngören uluslararası anlaşmayı onayladı.


Bu kuruluşları teşvik edecek kurum İslâm Kalkınma Bankası tarafından kuruldu. Türkiye de 11 milyon 760 bin dolar sermaye ile bu kuruma ortak.
Kurum, İslami kurallara uygun olarak üretim yapan şirketlere kredi verecek. Yapılacak yatırımların denetlenmesi, merkezi Suudi Arabistan’da olan bir İslâm Hukuku Komitesitarafından gerçekleştirilecek. Bu komite, üç yıllığına seçilen üç din adamı tarafındanoluşturulacak. Kurum şeriata uygun olmayan işlere kredi verilmesini önleyecek.
Gazetelerde verilecek kredilerin kadın-erkek bir arada tatil yapılan turizm işletmelerine,domuz işleyen tesislere, şarap ve alkollü içki üreten işletmelere verilmeyeceğini yazıyor.
Kadınlar ile erkeklerin bir arada, eşit olarak çalıştıkları işletmeler de bu krediden yararlanabilecekler mi, o işletmelerde çalışan kadınların İslami kurallara uygun tesettüregirmeleri de beklenecek mi, bilemiyoruz. Ama bunun da isteneceğini tahmin edebiliriz.
Unutmayalım: Açık giyinen kadınların da en az tecavüzcü kadar suçlu olduğunu söyleyen kişi de bir İslam hukukçusu idi!
Anlaşma onaylanırken Türkiye, “Anayasamız ve kanunlarımızdaki hükümler saklı kalmakşartıyla” diye bir kayıt koymuş.
Neden konulduğu belli! Laikliği değiştirilemez bir hüküm olarak Anayasasına koymuş birülkenin, hayatın bir bölümünü dini kurallara bağlayamayacağı açık.
Ama bunu koyduğunuz zaman da üç İslam hukukçusunun denetleyeceği bir düzende hangi işi yapabilirsiniz, merak ediyorum.
“Şimdilik böyle idare edelim, sonra nasıl olsa kanunların arkasından dolaşmayı iyi beceriyoruz, bu sorunun da üstesinden geliriz” diye mi düşünüldü acaba?
Bir not da gazetelerdeki “Helal gıda yolu açıldı” başlıkları için: Türkiye’de “helal gıda”yıllardır üretiliyor. Hem tüketiyoruz, hem ihraç ediyoruz. Türk gıda sanayinin ürünleri bütün Müslüman ülkelerde böyle satılıyor.
Hükümet tarafından gazlanan her şeye hemen inanmayın.


Mehmet Y. YILMAZ Hürriyet 25/02/2011


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17115726.asp?yazarid=148&gid=61

24 Şubat 2011 Perşembe

İşte, özgür üniversite

DEVAMSIZLIK, başarısızlık, sınavda kopya çekmek gibi nedenlerle üniversite ile ilişki kesilmesini anlamak mümkün.
Afiş asmak, bildiri dağıtmak, üniversite yönetimini protesto etmekten dolayı üniversite ile ilişki kesilmesini anlamak mümkün değil.
Üniversite değil, sanki kışla. YÖK Başkanı Yusuf Ziya döneminde üniversiteler öyle özgür ki, 2007-2010 arasında üniversitelerden 131 bin 452 öğrenci atılıyor. Bu bir rekor. Rekor Yusuf Ziya’ya nasip oluyor. Atılmalar yukarda belirttiğim nedenlere dayanıyor. 131 bin rakamı resmi açıklama.
Bildiri dağıtmak ya da yönetimi protesto etmekten dolayı okuldan atılmak, ancak tek tipinsan yaratmak amacına dönük olabilir. O da, hiç bir demokratik ülkede yok.
Demokratik ülkelerde çok seslilik geçerli. Çok seslilik bugün hiç bir kurumda bize teyet geçmiyor.


Yalçın Doğan Hürriyet 24/02/2011
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17105080.asp?yazarid=91 

23 Şubat 2011 Çarşamba

TRT Radyo 3 neden sustu?

TRT Radyo 3’ün sadık dinleyicileri yurt genelinde şu aralar sıkıntılı bir bekleyiş içinde. Değişik yörelerde yaşayan Radyo 3 severler sıranın kendi illerine ne zaman geleceğini soruyorlar bir süredir. Kırşehir, Kastamonu, Karaman, Adıyaman, Konya, Niğde, Kahramanmaraş, Ağrı, Çankırı, Kars, Tunceli, Diyarbakır, Gaziantep, Bingöl, Mardin, Van’da TRT Radyo 3 susmuş durumda! Vericilerin diğer TRT radyolarına kaydırılmasıyla birlikte bu illerimizde artık Radyo 3 dinlenemez oldu. Radyo 3’ten alınan vericilerin TRT Türkü, TRT Nağme kanallarına aktarıldığı anlaşılıyor. Radyo 3 programcıları ve yöneticileri, kanallarını bugünlerde ne zaman çevirmeye kalksalar karşılarına ya haber ya türkü programları çıktığı yolunda pek çok dinleyici şikâyeti almakla meşguller şu sıralar çünkü anlaşılan o ki uygulama genişliyor.
TRT yönetimi Gaziantep’ten Ankara’ya şikâyet mektubu yazan bir Radyo 3 dinleyicisine verdiği cevapta yeni uygulamayı doğruluyor. TRT’nin Aktif Hat’ından verilen yanıtta kurumun zaman zaman bu türden verici değiştirme çalışmaları yapabileceği, bu çalışmaların teknik ve kurum imkânları ölçüsünde her kanalın ayrı bir dinleyici kitlesi olduğu göz önünde bulundurularak yapıldığı ve bu doğrultuda Gaziantep vericisinin yeni bir düzenlemeye kadar TRT Radyo Haber kanalına tahsis edildiği belirtiliyor. Yanıt, Radyo 3 yayınlarının internet ve uydu üzerinden dinlenebileceği hatırlatılarak sona eriyor.


Neden TRT 3 feda ediliyor
Yanıttaki ‘Her kanalın ayrı bir dinleyici kitlesi olduğu göz önünde bulundurularak’ satırı önemli ve doğru. TRT Radyo 3 ve TRT Türkü/TRT Nağme kanallarının az sayıda ortak dinleyicisi olduğu söylenebilir. Ama TRT Haber’in adı üstünde haber kanalı, hiçbir müzik kanalının muadili olamaz. Burada akıllara gelen ilk soru şu: TRT yönetimi söz konusu ‘verici yönlendirmesi’ işleminde neden pek çok ilde TRT Radyo 3’ü feda etme yoluna gidiyor? Kurum Radyo 3’ün vericilerini başka kanallara tahsis edip bu kanalı kapatmak yerine neden yeni vericiler kurmak yoluna gitmiyor? Yeni verici kurmanın maliyeti mi kuruma yüksek geliyor? “Zaten az dinlenen bir kanal” diye düşünüldüğü için midir ki okkanın altına giren hemen bu kanal oluyor? Radyo 3’ün vericilerinin kapatıldığı illere baktığımızda hemen hepsinin İç ve Doğu Anadolu bölgelerinde olduğu görülüyor. Acaba TRT yönetimi bu şehirlerimizde oturanların Radyo 3’ün klasik müzik-caz-rock-pop yayınlarından zevk almadıkları düşüncesiyle mi vericileri türkü, şarkı kanallarına aktarıyor? Öyleyse Muğla, Edirne, Sakarya, Kocaeli gibi Batı şehirlerinde de Radyo 3 vericilerinin kapatılmasını nasıl açıklayabiliriz? Bu uygulamanın kapsama alanı ne olacaktır? Sorular çok ve şurası açık ki TRT Radyo 3 dinleyicileri, Gaziantepli dinleyiciye verilenden çok daha geniş kapsamlı yanıtları hak ediyor.
TRT Radyo 3 neden bu kadar önemli? Çünkü bu ülkede, işinin ehli yapımcılardan doğru Türkçe ve doğru bir sunumla, nitelikli müzik yayını dinlemek isteyen yurttaşların elinde bugün bir tek TRT Radyo 3 kalmış bulunuyor. Ülkedeki özel televizyonların ve radyoların içine düştükleri kalitesizlik batağı ortada.

TRT’nin sorumluluğu
İşte bu noktada TRT’nin kurumsal sorumluluklarını yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Bundan 36 yıl önce, BBC Radyo 3 model alınarak kurulan TRT Radyo 3 bugüne kadar bu ülkede birkaç nesle klasik müziği, cazı, rock ve pop müziği nitelikli yayınlarla tanıttı, sevdirdi. Konser salonu, orkestrası, operası, müzik festivali, hiçbir sanat mekânı bulunmayan Anadolu şehirleri için ne büyük nimettir bu, farkında mıyız? Anadolu şehirleri ekonomik açıdan yıllar içinde gelişti ama kültür-sanat mekânları ve faaliyetleri bakımından hemen hepsinin büyük eksikleri var. Yani TRT’nin özellikle bu coğrafyadaki sorumluluğu hâlâ geçerli. “Halk bu müzikleri tanımıyor, istemiyor, o yüzden biz bu vericileri halkın daha çok talep ettiği türkü ve haber kanallarına aktaralım” türünden ‘Halk böyle istiyor’ anlayışından yola çıkamaz, çıkmamalı TRT. Böyle bir anlayışın kamu yayıncılığıyla bağdaşmayacağı açıktır. 24 saat şarkı-türkü yayını yapan TRT FM’in yurdun her noktasından rahatça dinlenebildiği bir coğrafyada, onun yanına aynı içerikteki TRT Türkü ve TRT Nağme’yi, Radyo 3’ten vazgeçme pahasına katmak, halkı cezalandırmak anlamını taşır.
TRT Radyo 3 bir okuldur, bir gelenektir; programcılarıyla dinleyicileri arasındaki bağları güçlü bir ailedir. Zengini, fakiri, öğrencisi, emeklisi, yöneticisi, akademisyeniyle, ülkemizin nüfusuna oranla azınlık bir grup dinleyicidir ama radyosuna çok sadıktır. Zararsız bir tiryakiliktir TRT Radyo 3.
TRT yönetiminin kaygı uyandıran bu verici yönlendirme politikasının amaçlarını kamuoyuyla net biçimde paylaşmasını ve kendisine ulaşan tepkileri dikkate almasını dilerim.


SERHAN BALİ

22/02/2011 Radikal

http://is.gd/meks7b

Madımak davasında skandal

Sivas katliamı sanıklarından İhsan Çakmak’ın arandığı dönemde 2007 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalıştığı, Amasya’da asker olarak görev yaptığı ve 2000 yılında ise ehliyet aldığı ortaya çıkmıştı.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25185335/
‘Aşırmacı’ bakanlar iki tane oldu!
FEDERAL Almanya Savunma Bakanı Guttenberg, Bayreuth Üniversitesi’ne başvurarakkendisine verilen “doktor” unvanının geri alınmasını istedi.
Güttenberg, doktora tezinde “intihal” yapmak ile suçlanıyordu. Bakan, bu konuda hatalıolduğunu kabul ederek doktor unvanını artık kullanamayacağını belirtiyor. İstifa etmiyor ancak “yaptığım saçmalıktı” da diyebiliyor. Ve bu nedenle özür de diliyor.
“İntihal”, kelime anlamıyla “aşırma” demek. Bu olayda bir akademik çalışmada başkalarıtarafından yazılmış metinlerin, kaynak gösterilmeden kullanılması anlamına geliyor.
Benzer durumda bir bakan da Türkiye’de var, bilmem hatırlıyor musunuz? Yani en azındanbu konuda Federal Almanya’dan önde sayılırız, övünmek gerekir mi bilmiyorum.

Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, yazdığı “İşletme Yönetimine Giriş” isimli kitabında “aşırma” yaptığı için YÖK tarafından “üniversiteden çıkarılma” cezasına çarptırılmıştı. Dinçer’initirazını değerlendiren Ankara 1. İdare Mahkemesi intihal suçunu sabit bulmuş ve Dinçer,profesör unvanını kullanamaz hale gelmişti.
YÖK’ün kararı 2005 tarihli. Altı yıldır da Dinçer’in aşırmacılık nedeniyle özür dilediğine tanıkolmadık.
İşte iki siyasetçi! İkisi de “aşırmacı”, ikisinin de suçu sabit, ikisi de unvanlarını kullanamayacaklar. Ama biri özür dilemeyi biliyor, diğeri pişkinlikle durumu geçiştiriyor.


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17096109.asp?yazarid=148&gid=61

15 Şubat 2011 Salı

ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞCILARIN ÇIĞLIĞI!


Geçtiğimiz günlerde, Zeytincilik Yasası ile bağlantılı Yönetmelik Taslağı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan çıktı. Yönetmelik Başbakanlık Kanunlar Genel Müdürlüğü’nün imzasından sonra yürürlüğe girecek.
YENİ YÖNETMELİK’TE ZEYTİN ALANLARI NE OLACAK?
Yönetmelikte yapılmış olan değişikliğe göre zeytin alanları;
• Jeotermal kaynaklı teknolojik sera yatırımları,
• Yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesisleri,
• Kamu yararı kararı alınmış madencilik, petrol ve doğal gaz arama ve işletme etkinlikleri,
• Savunmaya yönelik stratejik yatırımlar için kullanılabilecek.
Konu ile ilgili bir basın toplantısı yapan Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi (UZZK) Başkanı Mustafa Tan, Zeytincilik Yasası’nın madencilerin çıkarı için son on yılda dört kez değiştirilmek istendiğini belirtti ve “Bu girişimlerden sonuç alamayan lobiler, şimdi de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca hazırlanan yeni yönetmelikle yasayı delmek istiyorlar.” şeklinde bir açıklama yaptı (5 Şubat 2011 günlü Cumhuriyet Gazetesi).
Tan, basın toplantısında yönetmeliğin Türkiye Zeytin ve Zeytinyağcılığına zarar getireceğini ve yönetmeliğin uygulanmaması doğrultusunda mücadele başlatacaklarını da söyledi. Yine Tan, basın toplantısında ilginç bir açıklama yaptı ve şöyle dedi; “Yönetmelikle Zeytincilik Yasası geçersiz kılınmak isteniyor. Kanundan kaçılarak hazırlanan bu yönetmeliğin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlandığını sanmıyoruz. Bakanlıktaki bürokratları iyi tanıyoruz. Bu yönetmelikte daha yüksek bir iradenin söz konusu olduğunu biliyoruz.”
GÜROL HOCA NE DEDİ?
Konu, Ziraat Yüksek Mühendisi CHP Muğla Milletvekili Prof. Dr. Gürol Ergin tarafından da Meclis gündemine taşındı. Gürol Hoca, 13 Ocak 2011 tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda gündem dışı bir konuşma yaptı. Onbinlerce hektar ekili alanı tehdit eden bir yönetmelik taslağı konusunda meclisi uyardı ve taslağa karşı yasayı hatırlattı:” Zeytincilik Yasası'nda “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az üç kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin gelişmesine mani olacak, kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez. Zeytinlik sahaları daraltılamaz” kesin hükmü getirilerek zeytinlikler korumaya alınmıştır.”” dedi.
CHP'li Gürol Ergin, bu yönetmelik taslağının ilgili meslek kuruluşlarına, Marmara Birlik, Tariş gibi büyük üreticilere gönderilmemesini de eleştirdi ve “Bu yönetmelik zeytinlikler için bir ölüm fermanıdır. Hükümet zeytincilikte dünya ikincisi hedefini koymuşken nasıl böyle bir hazırlık yapılabilir? Tarım Bakanlığı, ilgili yasaya yüzde yüz aykırı böyle bir yönetmelik düzenlemesini hangi hukuk, hangi mantık anlayışıyla yapar? Bu değişikliği gerçekleştirse bile, yargıdan döneceğini bilmez mi?” diye konuştu.
Şimdi, şu soruları sormak günah mı?
• Bir, Tan’ın söylediği gibi bu yönetmeliğin hazırlanmasında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bürokratlarının bilgisi yoksa bu yönetmelik tasarısı gökten zembille mi indi?
• İki, Bakanlık bürokratlarının bilgisi dışında ise Bakan Mehdi Eker’i bir kenara bırakalım, Müsteşar Vedat Mirmahmutoğulları’nın bilgisi de yok mu?
• Üç, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bürokratları kendi sorumluluklarından bizim irademiz dışında diye kaçabilirler mi? İstifa kurumu yok mu? Sakın bu söylemler, timsah gözyaşları olmasın?
• Dört, Mustafa Tan bu yönetmelikte daha yüksek bir iradenin söz konusu olduğunu söylüyor. Basın toplantısında neden bu konuda bir açıklama yapmıyor? Zaman, biraz daha açık olmanın zamanı değil mi?
Yazımı bitirirken Gürol Hoca’ya da bir teşekkür etmek istiyorum. Konuyu bir meslek adamı olmanın ötesinde yurtsever bir duyarlılıkla meclis gündemine getirdiği için.
Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
mustafa.kaymakci@ege.edu.tr
Odatv.com

8 Şubat 2011 Salı

GDO'ya izin çıktı

GDO'ya izin çıktı
Genetiği değiştirilmiş 3 çeşit soya fasülyesinin Türkiye'de "hayvan" yemlerinde kullanılması için izin çıktı....

Biyo Güvenlik Kurulu, GDO yani genetiği değiştirilmiş organizma içeren ürünler konusunda yeni bir karar aldı.

Kurul genetiği değiştirilmiş 3 çeşit soya fasülyesinin Türkiye'de "hayvan" yemlerinde kullanılmasına izin verdi.

Genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili düzenlemeleri içeren Biyo Güvenlik Yasası kapsamında oluşturulan Biyo Ğüvenlik Kurulu ilk kararlarını aldı.
Haberin devamı ↓reklam

Gıda ve yem amaçlı kullanılacak GDO için eşik değeri binde 9 olarak belirleyen kurul, Türkiye Yem Sanayicileri Birliği'nin 3 değişik türdeki GDO'lu soya fasulyesi için yaptığı başvuruyu sonuçlandırdı.

GDO nedir?
Neden GDO'ya "hayır" diyorlar?
Genetiği değiştirilmiş organizmalar... Bu tanım son dönemde hayatımıza girdi... Peki ama nedir bu GDO'lar?
Başvuru, bilimsel risk ve sosyo ekonomik değerlendirme komitelerinde incelendi.

GDO'lu soya fasulyesinin hayvan yemi olarak kullanılmasına onay verdi.

GDO'lu soya fasulyesi türlerinin kullanıldığı alanlarda etiketleme zorunluluğu yerine getirilecek.

Bu ürünlerin taşınması sırasında çevreye bulaşmasını engelleyici tedbirler alınacak.

Bu ürünleri ithal eden ve kullananların herhangi bir kaza riskine karşı acil müdahale eylem planıhazırlaması şartı da getiriliyor.

Yem sanayicileri birliği ve Biyo Güvenlik Kurulu yetkilileri, onay verilen GDO'lu soya fasulyesi türlerinin dünyada kullanıldığını Avrupa Birliği'nde de onaylandığını vurguladı.

Biyo Güvenlik Kurulu oluşturulana kadar görev yapan bilimsel komite ise daha önce GDO'lu pamuk, kanola, şeker pancarı ve patatese onay vermişti.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25175547/